İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - maınz

Sayfa: [1]
1
ZİYNET EŞYALARININ EVDEN AYRILAN KADINDA KALDIĞI KURALDIR.
AV.Mert ERYILMAZ
 
Boşanma davalarıyla birlikte veya ayrı olarak açılabilen eşyanın, ziynet eşyalarının iadesi davalarında kural, karine kadının ziynet eşyalarını beraberinde götürdüğüdür. Nedeni, ziynet eşyalarının taşıması kolay olmasıdır.Bunun aksini iddia eden, altınların, takıların v.s. kocada kaldığını iddia eden kadın yemin dahil hertürlü delille bunun aksini ispatlamalıdır.
 
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
 
E.2008/6-824
K.2009/25Taraflar arasındaki ``ziynet ve çeyiz eşyalarının aynen, bulunamadığı takdirde bedellerinin tahsili`` davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11. Aile Mahkemesi`nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.04.2007 gün ve 20061696 E., 2007/635 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi`nin 03.03.2008 gün ve 2007/13877 E., 2008/2318 K. sayılı ilamı ile;
( ... Dava, boşanma davasından tefrik edilerek yeniden esasa kayıt edilen ziynet ve çeyiz eşyalarının aynen, bulunmadığı takdirde bedellerini davalıdan tahsiline ilişkindir. Mahkemece ziynet eşyaları yönünden davanın kısmen kabulüne, çeyiz eşyaları yönünden davanın reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı, evden zorla çıkarıldığından bahisle alınmasına müsaade edilmeyen ziynet eşyalarının davalıda kaldığını iddia ederek, mevcutsa aynen, olmadığı takdirde bedelinin davalıda tahsilini talep etmiştir. Davalı, ziynet eşyalarının davacı üzerinde götürüldüğünü, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Ziynet eşyalarının, normal koşullarda ve hayatın olağan akışına göre kadın üzerinde bulunan, saklanabilen ve götürülebilir nitelikte eşyalar olduğunun kabulü gerekir. Bunun sonucu olarak davacı ziynetlerinin, davalı koca yedinde kaldığını ispat etmek durumundadır. Davacı, ziynet eşyalarının götürülmesine engel olunduğunu ve zorla elinden alındığını, daha önceden götürme fırsatı elde edemediğini mevcut deliller ile ispat edememiştir. Bu durumda, mahkemece dava dilekçesinde tüm yasal deliller denilmekle davacının yemin deliline de dayandığı anlaşıldığından davalıya yemin teklif etme hakkı olduğu davacıya hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın ziynet eşyaları yönünden kısmen kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
 
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
 
 
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.`nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 28.01.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Av.Mert ERYILMAZ-
İSTANBUL
0538-9310058


2
EŞLERİN BOŞANMASI DURUMUNDA MAL PAYLAŞIMI
 
                               Boşanma durumunda eşlerin mallarının paylaşımının hangi esaslar çerçevesinde yapılacağı hususu medeni kanunumuzun mal rejimleri konusunu ilgilendirmektedir.Eşlerin evlenmeden önce sahip oldukları ve evlilik süresince edindikleri (taşınır, taşınmaz mal ve para gibi) malvarlıklarını yönetme, bunlardan yararlanma ve bunlar üzerinde her türlü işlem yapma usullerini belirleyen hukuk kurallarına mal rejimi denir.Medeni Kanunda iki tür mal rejimi düzenlenmiştir:

1. Yasal Mal Rejimi; 2. Seçimlik Mal Rejimleri.
                                        Evlenmeden önce veya sonra, malvarlığının yönetimi ve paylaşımı konusunda kanunda yazılı seçimlik mal rejimlerinden birini sözleşme yaparak seçmemiş olan eşlerin kanunen tabi olduğu sisteme yasal mal rejimi denir.
Yeni Medeni Kanunda yasal mal rejimi: “Edinilmiş Mallara Katılma rejimi”dir.

Yeni Türk Medeni Kanununda yer alan mal rejimleri şöyle sıralanıyor:

 - Edinilmiş Mallara Katılma
 - Mal Ayrılığı
 - Paylaşmalı Mal Ayrılığı
 - Mal Ortaklığı

                                   Yeni Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002 tarihinden önce evlenmiş olan eşler, bu tarihe kadar hangi mal rejimine tabi iseler, o rejim devam edecek. Ancak bu durum, 1 Ocak 2003 tarihine kadar söz konusudur.
Eşler, Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002 tarihinden başlayarak bir yıl içinde, başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, Kanunun yürürlük tarihinden itibaren yasal mal rejimini, yani “edinilmiş mallara katılma rejimini” seçmiş sayılacaklar.

                                   Bunun yanında Eşlerin mal rejimi sözleşmesi yaparak kanunda yazılı sınırlar içinde ‘’mal ayrılığı’’ ‘’paylaşmalı mal ayrılığı’’ ve ‘’mal ortaklığı’’ rejimlerini seçebilirler.Eşlerin belirtilen seçimlik mal rejimlerinden birini seçmek için aralarında mal rejimi sözleşmesi yapmaları gerekmektedir.Bu sözleşme,evlenmeden önce veya evlendikten sonra yapılıyorsa noterde, evlenme başvurusu sırasında yapılıyorsa evlendirme memurluğunda yapılması gerekmektedir.Eşler,tabi oldukları mal rejimini,aralarında sözleşme yaparak her zaman değiştirebilirler.Ancak, taraflar istedikleri mal rejimini ancak Kanunda yazılı sınırlar içinde seçebilir, kaldırabilir veya değiştirebilirler.Haklı bir sebebin varlığı halinde, hakim kararıyla mal rejimi değişebilir.


                                  Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılmada, her eşin iki tür malvarlığı vardır:
 A- Edinilmiş Mallar:
 Her eşin edinilmiş malları şunlardır:
 - Çalışmanın karşılığı olan maaş, ücret v.s.
 - Sosyal güvenlik kuruluşlarının yaptığı her türlü ödemeler,
 - Çalışma gücünün kaybı dolayısıyla ödenen tazminat,
 - Kişisel malların geliri (kira, faiz gelirleri gibi)
Mal rejimi tasfiye edildiğinde sadece yukarıda sayılan ‘’edinilmiş mallar’’ eşler arasında yarı yarıya eşit olarak paylaştırılır.
 B- Kişisel Mallar:
Her eşin kişisel malları şunlardır:
 - Eşlerden birinin kişisel kullanımına yarayan eşya,
 - Evlenmeden önce sahip oldukları mallar,
 - Evlendikten sonra miras veya bağış yoluyla geçen mallar,
 - Manevi tazminat alacakları,
Kanunda sayılan bu kişisel mallar, tasfiye halinde paylaştırmaya tabi olmayıp, ait olduğu eşin mülkiyetinde kalacak mallardır.
 


 

3
AİLE KONUTU İDDİASIYLA TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVALARI-Av.Mert ERYILMAZ
 
Aile konutu eşlerin birlikte oturdukları konuttur.Aile konutu; eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdikleri acı, tatlı günlerini yaşadıkları, yaşam faaliyetlerini yoğunlaştırdıkları mekandır. Aile konutu tektir. Bu sebeple de konutla ilgili kira sözleşmesinin feshi, bu konutun başkasına devredilmesi yahut buna benzer hukuki işlemlerin tamamen veya kısmen sınırlandırılması diğer eşin rızasına bırakılmıştır ( MK md. 194 ). Eşlerden her biri ortak yaşam devam ettiği sürece ailenin ihtiyaçlarını temin bakımından birliği de temsil ederler ( MK md. 188 ). Bu temsilin kullanıldığı hallerde eşler üçüncü kişilere karşı müteselsil sorumlu olurlar ( MK md. 189/1 ). Eşlerden her biri, meslek ve iş seçiminde, diğerinden izin almak zorunda değildir. Ancak, meslek ve iş seçerken, seçilen meslek ve iş yürütülürken evlilik birliğinin huzur ve yararları da dikkate alınmalıdır ( MK md. 192 ). Aile konutu ile yerleşim yeri kavramlarının eş anlamlı olmadığı da tartışmasızdır.
 
Tapuda malik gözüken eşin aile konutu üzerindeki tasarrufu, hak sınırlaması diğer eşin rızasına bağlıdır.Türk Medeni Kanununun 194/1. maddesi " eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez; aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki haklarını sınırlandıramayacağını " hükme bağlamıştır. Bu düzenleme ile Tapu Sicilinde konutun maliki olarak gözüken eşin, hukuki işlem özgürlüğü diğer eşin katılımına onamına bağlanmıştır. Amaç aile konutunun ve bu konutla ilgili kanuni hakları koruma altına almaktır.Bu koruma, evlilik birliği devam ettiğine göre 4721 sayılı Kanun`un yürürlüğe giriş tarihi olan 01.01.2002`den önceki edinilmiş aile konutları için de geçerlidir. Aile konutu şerhi konulmasına yönelik davanın taşınmazın maliki bulunan eşe yöneltilmesi gerekir.
 
Eğer tapuda konuta aile konutu şerhi düşülmemişse bu diğer eşi uğraştıracaktır.Bu durumda diğer eş, muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açacak, üçüncü kişinin bu konutun aile konutu olduğunu bildiğini ispatlamak durumunda kalacaktır.Yasayla bu tür davaların çözümü aile mahkemelerine aittir.4787 Sayılı Yasanın 4/1. maddesi gereğince Aile Mahkemeleri görevlidir.
 
YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİ
E.2005/2547
K.2005/7234
 
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hükmün temyizen mürafaa icrası suretiyle tetkiki istenilmekle duruşma için tayin olunan 19.04.2005 günü temyiz eden Türkan Bakan ile vekili Av. Mehmet Temel ve karşı taraf davalılar vekili geldiler. Dahili Davalı tebligata rağmen gelmedi. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe girmiş, yeni kanunda 194, 240, 254, 279 ve 652. maddelerde "aile konutu" adı altında yeni bir hukuki kavram getirmiştir.Türk Medeni Kanununun 194/1. maddesi " eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez; aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki haklarını sınırlandıramayacağını " hükme bağlamıştır. Bu düzenleme ile Tapu Sicilinde konutun maliki olarak gözüken eşin, hukuki işlem özgürlüğü diğer eşin katılımına onamına bağlanmıştır. Amaç aile konutunun ve bu konutla ilgili kanuni hakları koruma altına almaktır. Bu koruma evlilik birliği devam ettiğine göre 4721 sayılı kanunun yürürlüğe girişi 1.1.2002`den önceki edinilmiş aile konutları içinde geçerlidir. Toplanan delillerden dava konusu taşınmazın eşler tarafından kendilerine aile konutu olarak özgülendikleri tartışmasızdır. Davalılar Harun ve Hadi`nin taşınmazı satın alırken bu yerin aile konutu olduğunu ve davacının da satışa rızasının bulunmadığını bildikleri sabittir. Türk Medeni Kanununun 1023. maddesi koşulları da gerçekleşmemiştir. Bu açıklamalar karşısında davanın kabulü gerekirken yazılı şekilde reddi uygun görülmemiştir.
Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, duruşma için takdir olunan 400 YTL. vekalet ücretinin davalılardan alınıp davacıya verilmesine, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 03.05.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi. Av.Mert ERYILMAZ

 

4
Miras Hukuku / avukat mert eryılmaz-miras hukukunda pay ve oranlar
« : Ağustos 12, 2011, 01:17:49 ÖÖ »
MİRAS PAY VE ORANLARI -Av.Mert ERYILMAZ

Mirasbırakan  vefat ettiğinde mirasçılar arasında ne şekilde dağılır? Ölüm olayı ile birlikte mirasçılık hakkı doğar. Bu durumda ölüm nedeniyle malı, mirasçılar arasında paylaşılacak olan kişiye muris (mirasbırakan), murisin mirasından yararlanan kişilere de varis (mirasçı) denir. Mirasçılık hakları, kanundan doğan haklar olmakla birlikte, kimi zaman, murisin ölmeden önce yapmış olduğu “ölüme bağlı tasarruflar” şeklinde de olabilmektedir. Vasiyetname ve miras sözleşmeleri bu ölüme bağlı tasarruflara örnek gösterilebilir.

İster kanundan doğmuş olsun, isterse ölüme bağlı tasarruf şeklinde tesis edilmiş olsun sonuçta, ortada bir miras payı bulunmaktadır. Meğer ki mirasçılar mirası reddetmemiş olsun. Miras bırakan ölmedikçe miras konusu hakkında mirasçıların henüz mirasçılık sıfatı doğmadığından dava hakkı bulunmamaktadır. Keza, mirasbırakan mirasçıların saklı paylarını gözetmek durumundadır.Buna aşağıda değinilecek. Mirasçıları ve sahip olabilecekleri miras paylarını şu şekilde ifade etmek mümkün;

- Mirasbırakanın birinci derece mirasçıları, onun altsoyudur. Çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar. (MK Md. 495/I-II)

- Altsoyu bulunmayan mirasçıların mirasçıları ana ve babasıdır. Bunlar da eşit olarak mirasçıdırlar. (MK Md. 496/I)

- Altsoyu, ana ve babası ve onların altsoyu bulunmayan mirasbırakanın mirasçıları, büyük ana ve büyük babalarıdır. Bunlar da eşit olarak mirasçıdırlar. (MK Md. 497/I)

Sağ kalan eşin bulunması durumunda ise, birlikte bulunduğu zümreye göre, mirasbırakan ile arasındaki miras ilişkisi farklılık göstermektedir. (MK Md. 499)

- Mirasbırakanın altsoyu ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte biri,

- Mirasbırakanın ana ve baba zümresi ile birlikte mirasçı olursa, mirasın yarısı,

- Mirasbırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte üçü, bunlar da yoksa mirasın tamamı eşe kalır.

Miras bırakanın sağlığında veya vasiyetnamesinde başkasına devredilmesine izin verilmeyen mirasın bir bölümüne saklı pay denir. Mahfuz hisse olarak da nitelendirdiğimiz saklı pay ise MK’nın 506. madde hükmünde ifade edilmiştir.Miras bırakan yapacağı tasarruflarda yukarıdaki oranları gözetmek zorundadır. Bu oranlar ihlal edildiğinde ilgili mirasçı tenkis davasıyla saklı payını isteyebilir.

- Altsoy için yasal miras payının yarısı,

- Ana ve babadan herbiri için yasal miras payının dörtte biri,

- Kardeşlerden herbiri için yasal miras payının sekizde biri,

- Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması halinde, yasal miras payının tamamı, diğer hallerde yasal miras payının dörtte üçü.Av.Mert ERYILMAZ

 

 

5
MİRASIN REDDİ-REDDİN İPTALİ DAVALARI
Av.Mert ERYILMAZ
Mirasçılar mirasbırakandan kalan mirasını kabul etmek zorunda değildirler.Tabii kalan miras borç da olabilir.Mirasın reddi de böyle bir durumda olur.Bu durumda miras 3 ay içinde reddedilebilir.Bu süre yasal mirasçıların mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri ispat edilmedikçe mirasbırakanın ölümünü öğrendikleri; vasiyetname ile atanmış mirasçılar için mirasbırakanın tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. (TMK.m:606/II)
 
Yasal süre içerisinde mirası reddetmeyen mirasçı mirası kayıtsız şartsız kazanmış olur. (TMK.m:610/I)

 
Türk Medeni Kanunu`nun 617. maddesi ise "malvarlığı borcuna yetmeyen mirasçı, alacaklılarına zarar vermek amacıyla mirası reddederse; alacaklıları veya iflas idaresi, kendilerine yeterli bir güvence verilmediği takdirde, red tarihinden başlayarak altı ay içinde reddin iptali için dava açabilirler..." hükmünü içermektedir.
 
Konuya ilişkin Yargıtay Kararı;
 
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
 
E.2006/2-464
K.2006/471
Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 8. Aliye Hukuk Mahkemesi`nce davanın kabulüne dair verilen 07.04.2005 gün ve 2004/461 - 2005/157 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2 Hukuk Dairesi`nin 12.09.2005 gün ve 2005/9178-11843 sayılı ilamı ile, ( ...Türk Medeni Kanunu`nun 609. maddesi "mirasın reddi, mirasçılar tarafından sulh hukuk mahkemesine sözlü veya yazılı beyanla yapılır. Reddin kayıtsız ve şartsız olması gerekir. Sulh hakimi sözlü veya yazılı red beyanını bir tutanakla tespit eder" hükmünü içermektedir. Red beyanı mahkemeye 24.03.2004 günü yapılmıştır. Bu tarihten itibaren davanın açıldığı 27.09.2004 tarihine kadar Türk Medeni Kanunu`nun 617/1. maddesindeki altı aylık hak düşürücü süre geçmiştir. Hak düşürücü süre mahkemece re`sen nazara alınır. Davanın hak düşürücü süre geçtiğinden bahisle reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır... )
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Davacı vekili, ilama dayalı alacağının tahsili için davalı aleyhine icra takibinde bulunmuş, davalı borçlunun annesinden intikal edecek taşınmazı üzerine haciz koydurmuş; davalının mirası Türk Medeni Kanunu`nun 617. maddesi uyarınca reddetmesi üzerine reddin iptalini talep etmiştir.
Davalı, amacının mal kaçırmak olmadığını, davanın reddi gerektiğini cevaben bildirmiş; mahkemece, davanın kabulüne ilişkin olarak kurulan hüküm özel dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
Yerel mahkeme ile özel daire arasındaki uyuşmazlık, Türk Medeni Kanunu`nun 617. maddesindeki altı aylık hak düşürücü sürenin, mirasçının mirası red beyanında bulunduğu tarihte mi, yoksa mahkemece reddin tesciline karar verildiği tarihte mi işlemeye başlayacağı noktasında toplanmaktadır.
Türk Medeni Kanunu`nun 609. maddesi hükmü "...mirasın reddi, mirasçılar tarafından sulh mahkemesine sözlü veya yazılı bir beyanla yapılır.
Reddin kayıtsız ve şartsız olması gerekir.
Sulh hakimi, sözlü veya yazılı red beyanını bir tutanakla tespit eder..." biçiminde düzenlenmiştir.
Türk Medeni Kanunu`nun 617. maddesi ise "malvarlığı borcuna yetmeyen mirasçı, alacaklılarına zarar vermek amacıyla mirası reddederse; alacaklıları veya iflas idaresi, kendilerine yeterli bir güvence verilmediği takdirde, red tarihinden başlayarak altı ay içinde reddin iptali için dava açabilirler..." hükmünü içermektedir.
Eski kanunun mirasın reddini düzenleyen 557. maddesinde, mirasın reddine karşı reddeden mirasçının alacaklılarının üç ay içinde itiraz hakları olduğu kabul edilmişti. Yeni kanunun bunu karşılayan 617. maddesi, bu süreyi altı aya çıkarmıştır.
Bu madde ile getirilen ikinci önemli yenilik, redde itiraz süresinin hangi tarihten itibaren işlemeye başlayacağının hükme bağlanmış olmasıdır. Maddeye göre altı aylık redde itiraz davasını açma süresi "red tarihinden itibaren" başlayacaktır. İsviçre Medeni Kanunu`nun bu maddeyi karşılayan 578. maddesinde böyle bir değişiklik yapılmamıştır.
Yeni kanun bu eksikliği gidererek itiraz süresinin "red tarihinden itibaren" işlemeye başlayacağını kabul etmiştir ( Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu, Miras Hukuku, 2006 baskı, s. 256 ).
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre somut olayda davalı, İzmir Abkamı Şahsiye 4. Sulh Hukuk Mahkemesi`ne 24.03.2004 günü red beyanında bulunmuştur. Anılan mahkemece bu beyanın 29.03.2004 günü tesciline karar verilmiş; görülmekte olan dava, 27.09.2004 günü açılmıştır.
Türk Medeni Kanunu`nun 617. maddesinin açık hükmü karşısında red beyanı ile davanın açıldığı gün arasında altı aylık hak düşürücü sürenin geçtiği anlaşılmaktadır.
O halde, Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi, usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK`nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 28.06.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

Av.Mert ERYILMAZ

6
EV HİZMETLERİNDE ÇALIŞANLARIN HUKUKİ DURUMU-Av.Mert ERYILMAZ
 
Ev hizmetlerinde çalışanlar, başkalarının konutlarında aşçı, temizlikçi, şoför v.s. olarak çalışanların hukuki durumu, uyuşmazlık halinde kendilerine İş kanunu hükümleri mi, yoksa Borçlar Kanunu hükümleri mi uygulanacak bu açıdan önemli.Yargıtay'ın istikrar kazanan içtihatlarına göre ev hizmetlerinde çalışanlar Borçlar Kanunu'nun kapsamındadır, işverenle arada doğacak uyuşmazlıklara Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır, dava genel mahkemelerde görülür.
5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 1. maddesi uyarınca İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözüm yeri iş mahkemeleridir.
4857 sayılı İş Kanunu`nun 4. maddesinin 1. fıkrasının e bendi uyarınca, ``ev hizmetlerinde çalışanlar`` hakkında bu kanun hükümleri uygulanmaz.
 
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ
E.2009/20489
K.2009/16455
 
Davacı, kıdem ve ihbar tazminatı, kötüniyet, yıllık ücretli izin alacağı ve fazla mesai alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel Mahkeme, görevsizlik kararı vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacının 10.01.2007 - 30.07.2008 tarihleri arasında davalı şirket ortaklarından birinin ev işlerinde çalışırken iş sözleşmesinin fesih edildiğini belirterek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötüniyet tazminatı, yıllık ücretli izin alacağı ve fazla mesai alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı; davacının ev hizmetlisi olduğunu. İş Kanunu kapsamına girmediğini İş Mahkemesi’nin görevli olmadığını, Borçlar Kanunu hükümlerine göre Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevli olduğunu savunmuştur.
Mahkemece; davacının yaptığı işin dava dışı şahsa ait evde ev hizmetleri olduğu 4857 sayılı Kanun’un 4. maddesi gereğinde İş Kanunu’nu tabi olmadığı, ev hizmetlerinde yapılan işler nedeniyle 5521 sayılı Yasa’nın 1. maddesi gereğince İş Mahkemelerinin görevli olmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.
Uyuşmazlık yapılan işin ev hizmeti olup olmadığı ve işçinin İş Kanunu kapsamında kalıp kalmadığı noktasında toplanmaktadır. Görev konusu kamu düzenine ilişkin olup mahkemece kendiliğinden dikkate alınmalıdır. İş Mahkemelerinin görev alanını hakim, tarafından iddia ve savunmalarına göre değil. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 1. maddesini esas alarak belirleyecektir.
İş Mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde iş davalarına bakmak üzere bir Asliye Hukuk Mahkemesi görevlendirilir. İş davalarına bakmakla görevli Asli Hukuk Mahkemesi’ne açılan dava ``İşMahkemesi sıfatıyla`` açılmamış ise, mahkeme görevsizlik kararı veremez. Bu durumda, Asliye Hukuk Mahkemesi ara kararı ile ``İşMahkemesi sıfatıyla`` baktığını belirterek davaya bakmaya devam eder.
İşçinin İş Kanunu kapsamında kalmaması halinde İş Mahkemesine açılan davada, dava dilekçesinin görev nedeni ile reddi ve davanın görevli Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Davanın esastan reddi usule aykırı olacaktır. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 1. maddesi uyarınca İş Kanunu’na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş aktinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözüm yeri İş Mahkemeleridir.
4857 sayılı İş Kanunu`nun 4. maddesinin 1. fıkrasının e bendi uyarınca ``ev hizmetlerinde çalışanlar`` hakkında bu kanun hükümleri uygulanmaz. Kısaca ev hizmetlerinde aşcı, uşak, temizlikçi gibi işlerde çalışan işçi ile ev sahibi işveren arasındaki uyuşmazlığın İş Mahkemesinde değil, görevli Hukuk Mahkemesinde çözümlenmesi gerekir. İş Kanunu kapsamı dışında bırakılan bu hizmetleri gören kimselerle bunları çalıştıranlar arasındaki hukuki ilişkilerde Borçlar Kanunu`nun hizmet aktine ilişkin hükümleri uygulanacaktır. ( çalışmayan aile bireylerini evden alarak, alışverişe şehir içinde gezmeye götüren, boşzamanlarında ev ve eklentilerinde zamanını geçiren şöföründe ev hizmeti yaptığı ve İş Kanunu kapsamında olmadığı kabul edilmelidir. ( Yargıtay 9. HD. 09.10.2008 gün ve 2007/27814 Esas, 2008/25988 K. )
Buna karşın evde hastaya bakan hemşire ev hizmeti yapmış sayılmaz. Ev sahibine ait ev ve bahçesinde ev hizmeti yanında bekçilik yapan ve ağırlıklı hizmeti bekçilik olan işçi, İş Kanunu kapsamında sayılmalıdır.
Dosyadaki bilgi ve belgelere özellikle davalı tarafından çekilen ihtarname içeriğine göre davalı, davacının şirket elemanı olarak çalıştığını kabul etmiştir. Buna göre iş sözleşmesi ilişkisinin davalı şirket ile kurulduğu ancak davacının şirket ortaklarından birinin ev hizmetlerini görmek üzere istihdam edildiği anlaşılmaktadır. Davacının Şilen ev hizmetlerinde çalıştırılması davalı şirket ile kurulan iş sözleşmesi ilişkisini etkilemez. Bu durumda davanın esası hakkında bir karar vermek gerekirken, yazılı gerekçelerle görevsizlik kararı verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
 
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 09.06.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi. Av.Mert ERYILMAZ
 
 

7
14/12/2009 tarihinde kabul edilen,20/12/2009 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5941 sayılı Çek Kanunu önemli düzenlemeler içeriyor.Yapılan düzenlemelerden en önemlisi, geçici 2.madde ile getirilen kısmi af niteliğindeki düzenlemedir.Düzenleme ile 01/11/2009 tarihine kadar karşılıksız çek keşide etme suçunu işleyenlerin, alacaklı ile anlaşmaları veya çek bedelinin karşılıksız kalan kısmını ödeme yapmayı taahhüt etmeleri halinde, cezalarının taahhüt süresince askıya alınması ve sonrasında cezalarının kaldırılması düzenlenmiştir.
 
Kişilerin bu af düzenlemesinden yararlanabilmesi için 01.04.2010 tarihine kadar Cumhuriyet Savcılığı’na veya Mahkemeye başvurarak çek bedelini iki yıl içinde ödemeyi taahhüt ederek birinci yılda borcun en az 1/3’ünü kapatmaları gerekmektedir. Getirilen bu düzenleme ile; 01.11.2009 tarihi itibari ile haklarında soruşturma başlatılan veya yargılaması süren veya mahkum olmuş borçlular taahhüt vermek sureti ile haklarında devam eden süreci uzatma şansına sahip olacaklardır. Sanığın verdiği taahhüdü ihlal etmesi halinde ise, işlemler kaldığı yerden devam edecektir.
 
                                               
Durumu bir örnekle anlatmak gerekirse, 18.ooo TL’lik Karşılıksız Çek Keşide eden bir borçlu hakkında soruşturma veya kovuşturma devam ederken, borçlunun bir yıl sonra 6.000 TL’sını ikinci yılın sonunda da kalan 12.000 TL’sını ödemeyi taahhüt etmesi halinde hakkında devam eden prosedür, ilk bir yıl hiçbir şey ödememesine rağmen iki yıl süre ile ertelenecektir. Hatta bu borçlunun daha önceden mahkum edildiği para cezasını ödememesi sebebi ile hapis cezasına çevrilen cezasını çekmekte iken bu yola başvurarak hapis cezasını iki yıl süre ile erteletmesi dahi mümkün olacaktır.
 
Bununla beraber 01/11/2009 tarihinden sonra karşılıksız çek keşide etme suçunu işleyenler, her bir çekle ilgili 1.500 güne kadar adli para cezası verilecek. Hükmedilecek adli para cezası da çek bedelinin karşılıksız çıkan miktarından az olamayacak.
 
Türk Ceza Kanununa göre; bir günlük adli para cezasının karşılığı 20 TL ile 100 TL arasında hakim tarafından tayin edilmektedir. Fakat mahkemeler tarafından büyük bir ihtimalle yine Çek Bedeli kadar ceza verilmeye devam edilecektir. Ancak önceden 80.000 TL olan üst sınır bu düzenleme ile hakim tarafından 150.000 TL’sına kadar arttırılabilinecektir (Tabi 01.11.2009 ile 20.12.2009 tarihleri arasında üst sınır yine 80.000 TL olarak uygulanmaya devam edecektir)
 
 
 
Yeni düzenleme ile  karşılıksız Çek Suçunun oluşabilmesi için de çekin üzerindeki keşide tarihi(uygulamada Vade Tarihi) göz önüne alınarak hesap edilecek ibraz süresi içerisinde bankaya ibraz edilmesi gerekmektedir. Yani, çek görüldüğünde ödenir kuralı gereği üzerinde yazan tarihten önce bankaya ibraz edilen çek sebebi ile Karşılıksız Çek Keşide etme suçu oluşmayacaktır
 
Mahkeme tarafından karşılıksız çıkan her bir çekle ilgili çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilecek. Hakkında çek yasağı kararı verilmiş olan kişi, elindeki bütün çek yapraklarını ait olduğu bankalara iade etmekle yükümlü olacak.
 
Yerleşim yeri yurt dışında bulunan kişiler ise bankaya Türkiye'de bir adres bildirmek zorunda. Çekin karşılığının tamamen veya kısmen bulunmaması halinde, çek düzenleyenin bankaca bilinen adresleri talebi halinde hamiline verilecek.
 
Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı bulunan kişinin, temsilcisi veya imza yetkilisi olduğu tüzel kişiye de çek defteri verilmeyecek. Tacir olan ve tacir olmayan kişilere verilecek çekler ile hamiline düzenlenecek çekler, ayırt edilebilecek biçimde bastırılacak. Bu çeklere ilişkin işlemlerin işlendiği ayrı çek hesapları açılacak ve düzenlenecek çeklerin yapraklarında ‘hamiline’ ibaresi matbu olarak yer alacak. Esnaf ve sanatkar odalarına kayıtlı olanlardan tacir kişilere özgü çek hesabı açtıranlar, ‘tacir çeki’ alabilecek.
 
‘Karşılıksızdır’ işlemi, ilgili bankanın hamile kanunen ödemekle yükümlü olduğu miktarın dışında, çek bedelinin karşılanamayan kısmıyla sınırlı olarak yapılacak. Buna göre banka; talep edildiği takdirde ibraz edilen her çek yaprağı için; karşılığının hiç bulunmaması halinde, çek bedeli 600 lira veya üzerinde ise 600 lira, bu tutarın altındaysa çek bedelini ödeyecek.
 
Karşılıksız çek veren veren kişi hakkında, her bir çekle ilgili 1.500 güne kadar adli para cezası verilecek. Hükmedilecek adli para cezası da çek bedelinin karşılıksız çıkan miktarından az olamayacak. Mahkeme tarafından karşılıksız çıkan her bir çekle ilgili çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilecek. Hakkında çek yasağı kararı verilmiş olan kişi, elindeki bütün çek yapraklarını ait olduğu bankalara iade etmekle yükümlü.
 
Tacir olmayan kişinin çek defterini kullanarak çek düzenleyenler, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak. Karşılıksız çekle ilgili banka görevlilerine sorumluluklar yükleyen yasaya göre, bu sorumlulukları yerine getirmeyen görevlilere çeşitli cezalar uygulanacak.
 
Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına ilişkin bilgiler, Adalet Bakanlığı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla Merkez Bankası’na elektronik ortamda bildirilecek.
 
Karşılıksız çek bedelini temerrüt faizi ile birlikte ödeyen kişi hakkında soruşturma ve kovuşturma kaldırılacak. Şikayetçinin, şikayetinden vazgeçmesi halinde de söz konusu prosedür uygulanacak. Tarafların anlaşması halinde karşılıksız çek suçundan mahkum olanların cezasının infazı ertelenebilecek veya durdurulabilecek. Anlaşmaya varılmış olması, şikayetçi bakımından şikayetin geri alınmasını sonucunu doğurmayacak. Anlaşma ve taahhütnamenin ise en geç 1 Nisan 2010 tarihine kadar verilmesi gerekecek.
 
Taahhütnamede yer alacak 1. yıl taksiti, borcun 3’te 1’inden az olmayacak. Ödeme süresi, taahhütnamenin yapıldığı tarihten itibaren 2 yılı geçmeyecek. Dava veya cezalarda zaman aşımı işlemeyecek. Şikayetçinin başvurusu üzerine, anlaşmaya uyulmadığının tespiti halinde soruşturmaya, kovuşturmaya veya hükmün infazına devam edilecek. Soruşturma veya kovuşturması durdurulan ya da hükmün infazı ertelenen veya durdurulan kişi hakkında adli kontrol uygulanacak.
 
Yeni yasaya göre bankalara önemli sorumluluklar yüklendi. Artık, bankalar çek hesabı açtırmak isteyenlerin yasaklı olup olmadığını kontrol etmek ve kayıt altına almak üzere adli sicil kaydı, nüfus cüzdanı, yerleşim yeri belgesi, vergi kimlik numarası, esnaf veya tüccar sicili kayıtlarını alarak, hesap kapatılsa halinde bile bu belgeleri 10 yıl süreyle saklayacak.
 
 
 
Bankalara çek hesabı açarken en yüksek özen derecesinde araştırma yükümlülüğü getirilmiş ve tacir olmayan bir kimseye ticari çek hesabı açan veya çek yasaklısına çek veren banka görevlileri hakkında hapis cezası verilmesi düzenlenmiştir. Ayrıca; Karşılıksız çıkan her bir çek yaprağı için bankanın sorumlu olduğu miktar 600 TL’sına çıkartılmıştır. Bu düzenleme ile karşılıksız çıkan her bir çek yaprağı için bankadan 600 TL’sını tahsil etmek mümkün olacaktır.Bankalar, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren Merkez Bankası tarafından 1 ay içinde yayımlanacak tebliğ ile belirlenen esaslara uygun olarak yeni çek defterleri bastıracak. Bankalar, 1 Temmuz 2010 tarihine kadar müşterilerine yeni çek defterlerini verecek ve ellerindeki eski çek defterlerini imha edecek.
 
 
 
                                                                                                   AV. MERT ERYILMAZ
 

8
Günümüzde işsizlik dünyanın ve Türkiye’ nin en önemli sorunudur.Amerika’ da başlayan küresel ekonomik kriz Türkiyede’ de etkilerini fazlasıyla göstermekte ve ekonomik kriz gerekçesiyle bir çok işçi işinden çıkarılmaktadır. Bu durum kötü niyetli işverenlerin krize sığınarak işçi azaltmasına imkan doğurmaktadır.Fakat iş hukuku açısından sadece ekonomik kriz işten çıkarma konusunda yeterli bir gerekçe değildir.Ekonomik krizin işyerini esaslı bir şekilde etkilemesi ve işçi çıkarmadan başka bir önlem alınamayacağının kanıtlanması gerekmektedir.İşverenlerin işten çıkarmaları ister gerekçeli bir sebebe dayansın ister dayanmasın bu durumlarda işsiz kalan sigortalı işçilerin iş hukuku açısından birçok yasal hakları bulunmaktadır.İş kanunumuzda işsizlik ödeneği, İhbar ve kıdem tazminatı, işçi alacağı, işçinin işe iadesi gibi işçiyi koruyan birçok düzenleme mevcuttur.Ben bu yazımda, işsizlik ödeneği hakkında düzenlemelere değineceğim..

Herhangi bir işyerinde çalışırken çalışma istek ,yetenek ve yeterliliğinde olmasına rağmen herhangi bir kasıt ve kusuru olmaksızın işini kaybeden sigortalı işçilere işini kaybetmeleri sebebiyle işsizlik sigortası ödenmektedir.İşsizlik sigortası alabilmenin bazı şartları vardır.Bu şartlar:
                                               

İşsizlik ödeneğini kimler alır.Öncelikle 1.şart İşten çıkarılmadan önce (Hizmet akdinin feshinden önce) 120 gün sürekli prim ödenmiş olunmalı yani son dört ay sürekli çalışılmış olmalı 2.şart ise son 3 yıl içinde en az 600 gün prim ödenmiş olmalıdır.3.şart işçi kendi istek ve kusuru dışında işsiz kalınmalıdır.

Kendi istek ve kusuru dışında işsiz kalmak ne demektir.Bunu maddeler halinde yazalım:

         Hizmet akitleri, ihbar önellerine uygun olarak işveren tarafından feshedilmesi Sağlık sebepleri veya işyerinde işçiyi bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan bir zorlayıcı sebebin ortaya çıkması halinde işveren tarafından hizmet akdi feshedilmesi ,

Hizmet akitleri, sağlık sebepleri, işverenin kanunda belirtilen ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışları ve işçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler nedeniyle bizzat kendileri tarafından feshedilmesi Belirli süreli hizmet akdi ile çalışmakta olup da sürenin bitiminde işsiz kalınması,
Sağlık sebepleri veya işyerinde işçiyi bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan bir zorlayıcı sebebin ortaya çıkması halinde işveren tarafından hizmet akdi feshedilmesi,İşyerinin el değiştirmesi veya başkasına geçmesi, kapanması veya kapatılması, işin veya işyerinin niteliğinin değişmesi nedenleriyle işten çıkarılmış olması,
Belirli süreli hizmet akdi ile çalışmakta olup da sürenin bitiminde işsiz kalınması,
Özelleştirme nedeniyle hizmet akdi sona ermiş olması
Hizmet akdinin sona erdiği yani işten çıkarıldığı tarihten önceki son 120 gün prim ödeyerek sürekli çalışmış olanlardan,
Son 3 yıl içinde;
İŞSİZLİK ÖDENEĞİ  NE KADAR SÜRE İLE VERİLECEK
600 gün prim ödemiş olanlara  180 gün,

900 gün prim ödemiş olanlara  240 gün,

1080 gün ve daha fazla prim ödemiş olanlara 300 gün,

süre ile işsizlik ödeneği ödenecektir.

Eğer işsizlik ödeneği alınırken tekrar işe girilirse işsizlik ödeneği kesilecek ve tekrar işsiz kalınırsa ve ödenek almak için süreler ve şartlar kanuna uygun değilse daha önceki hakedilenler alınacaktır. Süreler ve şartlar yerine getirilmişse yeni hak sahipliğinden doğan işsizlik ödeneği alınacaktır.

İşsizlik ödeneği aylık şeklinde her ay sonunda sigortalı işsizlere ödenir.

Haksız yere işine son verilen işçi yukarıda belirtilen şartları taşıyorsa işine son verildiğine dair işveren tarafından verilen işten ayrılma bildirgesi ile birlikte dilekçe ile İşKur’ a müracaat ettiği takdirde kendisine işsizlik ödeneği bağlanacaktır.

İşsizlik ödeneği alacak işçilerin hangi miktar üzerinden aylık alacakları da diğer merak edilen konulardan birisidir. İşsizlik ödeneğini hesaplarken günlük ortalama Brüt kazanç baz alınmaktadır.Sigortalının son 4 aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının yüzde kırkıdır.Bu şekilde hesaplanan işsizlik ödeneği miktarı 4857 s.lı İş Kanununun 39.maddesine göre 16 yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin brüt tutarının %80 ini geçemez. Hesaplama bu şekilde yapıldığı takdirde ülkemizde brüt 666 TL asgari ücret kazanan işçi işsiz kaldığı zaman aylık alacağı en az işsizlik ödeneği 266 TL, aylık alınacak en fazla işsizlik ödeneği 532 TL dir. Bu demek oluyor ki aylık brüt ücreti 1.332,00 TL den fazla olan işçilerin ücretleri ne kadar yüksek olursa olsun en fazla alabilecekleri miktar 532,00 TL dir.

İşsizlik ödeneği ,Kurum tarafından mesleklerine uygun ve son çalıştıkları işin ücret ve çalışma koşullarına yakın ve ikamet edilen yerin belediye mücavir alanı sınırları içinde teklif edilen bir işin haklı bir neden olmaksızın reddedilmesi, İşsizlik ödeneği alırken gelir getirici bir işte çalıştığının tespit edilmesi hallerinde kesilir ve hak sahipliği düşer.

Haklı bir neden olmadan ,kurum tarafından önerilen meslek eğitim tedbirine katılmamak,yarıda bırakmak yada kurum davetlerine zamanında icabet etmemek durumlarında kesilir.Ancak bu haller bittiği zaman ödemeye tekrar kaldığı yerden başlanır.

Muvazzaf askerlik dışında herhangi bir nedenle silah altına alınanlarla hastalık ve analık nedeniyle geçici iş göremezlik ödeneği almaya hak kazananların ödenekleri bu durumlarının devamı süresince durdurulur.

9
 
Haksız yere işinden çıkarılan işçi çıkarıldığı tarihten itibaren 1 ay içerisinde iş mahkemesinde dava açarak işe geri alınmasını talep edebilir. Fakat işçinin işe iade davası açabilmesinin bazı şartları vardır.Bu şartlar; işçinin en az altı aylık kıdeminin olması ve söz konusu işyerinde en az otuz işçinin çalışması gerekmektedir.İşçi işe iade davası ile birlikte ihbar ve kıdem tazminatını beraber isteyemez.

İhbar tazminatı işverenin işçiyi çıkaracağını ona önceden bildirmemesi durumunda geçerli olur. Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren ,işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından yada işletmenin,işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.Kendi isteğiyle işten ayrılan işçi ihbar tazminatına hak kazanamaz.İhbar tazminatında bildirim yapma süresi işçinin çalışma süresine bağlı olarak değişmektedir. İş kanunumuza göre İşçinin 6 aydan az çalışmışlığı olursa ,işveren işten çıkaracağı işçiyi bildirim yaptığı tarihten itibaren 2 hafta sonra ,6 ay dan 1.5 yıla kadar çalışmalarda bildirim yaptığı tarihinden itibaren 4 hafta sonra, 1.5 yıldan 3 yıla kadar olan çalışmalarda bildirim yaptığı tarihten itibaren 6 hafta sonra ,3 yıldan fazla çalışmalarda bildirim yaptığı tarihten itibaren 8 hafta sonra sözleşmesi feshedilmiş sayılır.İşveren eğer bu bildirimi işçiye yaparsa ihbar tazminatı ödeme zorunluluğu ortadan kalkar.İşveren bildirim süreleri(2,4,6,8 hafta) içinde işçinin yeni bir iş bulması için gerekli olan iş bulma iznini iş saatleri içinde ve ücret kesintisi olmadan vermeye mecburdur.Bunların yanı sıra İş kanununda tek tek belirtilen Ahlak ve İyiniyet kurallarına aykırı davranan işçiler için işveren bildirim yapmadan derhal fesih hakkına sahiptir.Bu durumda işverenin ihbar tazminatı ödemesi durumu söz konusu değildir.

 Kıdem tazminatı işverenin işçinin sözleşmesini geçerli bir sebebe dayanmadan feshetmesi durumunda işçiye ödemesi gereken tazminattır.İşçinin kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için ilk şart geçerli bir sebebe dayanmasıdır. Geçerli sebebe örnek olarak,işçinin ahlak ve iyiniyet kurallarına aykırı davranışlarını gösterebiliriz.Bu davranışlar işçinin diğer işçilere cinsel tacizde bulunması,işçinin işyerinde hırsızlık yapması,işverene onur kırıcı davranışlarda bulunması,işçinin kendisine verilen görevleri ifa etmemesi gibi davranışlardır..Kıdem tazminatının ikinci şartı ise işçinin işyerinde en az 1 yıl çalışmış olması gerekmektedir.İşçi haklı bir sebep olmaksızın kendisi iş akdini feshederse kıdem tazminatı almaya hak kazanamaz.Kıdem tazminatının hesaplanmasında işçinin çalışma süresince her geçen yıl için son brüt ücretinin 30 günlük tutarı kadar ücret ödenmektedir.

Yukarıda açıkladığımız Kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanan işçiye bu miktar işveren tarafından hesap edilerek ödenmesi gerekmektedir. İşveren işçinin hak ettiği tazminat haklarını ödemediği takdirde işçi bu alacağı için davalı işyerinin bulunduğu yerdeki iş mahkemesinde dava açarak bu hakkını yasal yollardan almaktadır.

Sayfa: [1]