İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Av. Aysun Delikanlı

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 9
31
Aslına bakarsanız bir ülkede ne kadar fazla üniversite,eğitim kurumu var ise,paralı olsun ya da olmasın o ülkenin kalitesini gösterir ANCAK sayıdan daha önemli bişey vardır ki o da eğitim kalitesi..Ülkemizde eğitim sisteminin kalitesi oldukça düşük,çoğu insan fakültelerden yetersiz bir biçimde mezun oluyor..Tüm bunlara ek olarak özel üniversitelerin sayılarını artırmaları kaliteyi daha da düşürür kanısındayım.Bence önem vermeleri gereken üniversiteleri ve aldıkları öğrenci sayısı artırmaktan çok kaliteyi artırmak ve sistemde köklü değişiklikler yapmak olmalı..Ankara üniversitesi hukuk fakültesine bu yıl 800 kişi alındı.Ne kadar Türkiye\\\'nin en kaliteli devlet üniversitesi olarak anılsa da yine de aktif eğitim sisteminin olmaması vs gibi konularda çok fazla eksiliği olan,yenilenmesi gereken bir fakülte.Bunun yerine öğrenci sayısını fazlalaştırmaları sadece ülkedeki üniversite mezunu işsiz insan sayısını artıracaktır kanımca.Nitekim özel üniversitelere ise bu konuda daha fazla iş düşmekte.ÖSS sınavında devlet  üniversiteleriye karşılaştırılamayacak derecede düşük puanla öğrenci alan fakülteler,öğrencilerini devlet üniversitesinden mezun olan öğrencilerle aynı seviyeye getirmek için çok daha donanımlı bir eğitim vermeleri gerekmekte.Bunun yerine sadece aldıkları öğrenci sayısını artırmaları ve işi ticarete dökmeleri çok yazık..

32
Genel Sohbet Alanları / Cvp:Avukat mı?Savcı mı?Hakim mi?
« : Ekim 03, 2009, 08:00:45 ÖS »
Henüz mesleğe atılmamış,ancak mezun durumdaki bir hukuk öğrencisi olarak bu bölüm hakkında birazcık da olsa size faydalı bilgiler sunabileceğimi düşünüyorum.Hukuk,sadece mesleğe atılımda değil,okurken de sevilerek yapılması gereken bir alandır.Geniş iş olanağı sağlaması dışında,hukukçuluk en başta onurlu bir meslektir.Esas olarak okulda aklınıza oturtacağınız ve aklınızda kalacak şey,hukuk,adalet gibi genel hukuk ilkeleri ve hukukçu mantığı olacaktır.Mezun olduğunuzda ise size avukat,hakim ve ya savcı olma seçeneklerinin yanında,ayrıca kpss sınavına girerek kamuda her alanda da iş olanağı sağlayacaktır.Diğer iktisadi ve idari bilimler fakültesine ait bölümlerde okuyan kimselerin girebileceği sınavlara siz de girebileceksiniz.Mezun olduğunuzda da acaba hakimlik mi serbest avukatlık mı kurum avukatlığı mı gibi sorular kafanızı bulandıracak seçim yapmakta zorlanacaksınız.Ancak hepsinin kendine ait zorlukları ve avantajları var.Hakimlik için ayrıca hakimlik savcılık sınavına yoğun bir şekilde çalışmak gerekmektedir bu nedenle de bu mesleği bir ideal olarak görüp,ısrarla üzerine düşmek gerek.Hakimliğin avantajı,düzenli bir gelire sahip olmak,devletin yüksek bir memurluğu olduğundan sağlayacağı avantajlardan faydalanmak  ve getireceği saygınlıktır.Ancak belirli aralıklarla farklı şehirlere atanacaksınız.Avukatlık ise ilk yıllarda oldukça zorlu bir meslek olacaktır.Çünkü esaslı bir çevre ve ayrıca düzgün ve etkileyici konuşma ve beden dili kabiliyeti,insanlara güven verebilme ve mümkün oldukça herkesle muhabbet edebilme yeteneğine sahip olmalısınız.Yine beli bir konuda uzmanlaşmak için yıllarınızı vermeniz gerekecektir.Sabit bir getirisi olmaması nedenyle başlarda zor olsa da ileride belki sadece bir davadan,bir hakimin yıllarca aldığı toplam maaşı kadar bir gelir elde edebilme ihtimaliniz de var.Hangi mesleğe daha uygun olduğunuzu zamanla kendinizi keşfettikçe daha iyi anlayacaksınız.Çünkü bu zorlu fakülteyi okurken zaten çokça bu düşüncelerle boğuşuyor olacak ve kararınızı belki de mezun olduktan sonra bile vermekte zorlanacaksınız.Maddi açıdan yapacağımız değerlendirmede daha çok kişisel özellikleriniz bunu belirleyecektir.Çünkü hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra hakimlik sınavlarına hazırlanmak ve ya kendinizi geliştirmek için göstereceğiniz çaba maddi anlamdaki kazancınızda belirleyici olacaktır.Çünkü günümüzde özellikle de bu sene,hukuk fakültesine alınan öğrenci sayısı o kadar artırıldı ki (ankara üniversitesinin, bu yıl 800 kişinin aldığını göz önünde bulundurursak) kendimizi geliştirmek ve sivrilmek için çok daha fazla çaba harcamamız gerektiği ortadaır.Çünkü hukuk fakültesinde girdim tamam gerisi kolay kesinlikle denmiyor..

33
Alakasız link veren kullanıcının yazısı silinmiştir.

34
Çoğu meslektaşımız fakültenin bitiminden itibaren gelecek kaygısı taşımaya başlıyor.Fakültenin bitimiyle içine düşülen boşluk inanılmaz.Gençler \\\"avukatlık stajımı mı başlatsam,hakimliğe mi hazırlansam,kpss sınavı için mi yoğunlaşsam,kursa gitmek gerekli mi\\\" gibi sorularla başabaşa kalıyorlar ve sanırım en ağırı da bu konuda yaşanan belirsizlik ve karar vermedeki güçlük.\\\"Hedefi olmayan gemiye hiç bir rüzgar yardım etmez \\\"sözünü de dikkate alarak denebilir ki en önemlisi kişinin önce kendisine bir hedef belirlemesi.Bunun için de önce kişinin kendisini tanıması gerekiyor.Kimse gelecekte ne yaparsam daha mutlu olurum gibi bir soruya kesin bir cevap veremez neyle karşılaşacağını önceden bilemez ancak en azından kendisini tanıyan insan bu konuda tahmin yürütebilir.Ve bunun için de önce önündeki seçeneklerle ilgili ufak bir araştırma yapması gerekir.Ben de mesleğe yeni atılmak üzere olan genç bir hukukçu olarak bu kaygıları taşıyor,bu nedenle haftalardır internette ve hukuk mezunu çeşitli büyüklerimle konuşarak araştırmalar yapıyorum.Benim gibi şimdilik hakimlik düşünmeyen ve serbest avukatlık  ya da kurum avukatlığı hususlarında kararsız kalmış genç hukukçulara sizler neler önerebilirsiniz?Serbest avukatlık ya da kurum avukatı sayın meslektaşlarım bu konuda yaşadıkları zorluklardan ve avantajlarından bahsedebilir mi?Mesleğe girişte yaşanan sıkıntılar nelerdir?Maddi açıdan hangisi daha avantajlıdır?şimdiden teşekkürler..

35
1.BOĞAZLAR

1.1.Tanım
    
Uygulanan uluslararası hukukta genel bir boğaz tanımına rastlanmamaktadır.Öğretinin değerlendirmelerine bakarak boğaz hukuksal tanımını,kara parçaları arasında iki deniz alanını bağlayan doğal deniz yolu olarak belirtmek olanaklıdır.
   
Boğazlar gösterdikleri birtakım özelliklere göre ulusal boğazlar ve uluslararası boğazlar olarak ikiye ayrılmaktadır.
   
Genellikle tek bir devletin kıyıdaşı bulunduğu ya da bir kapalı denize bağlanan dar deniz yolları ulusal boğazları oluşturmaktadır.Bu konudaki en yaygın örnek Sovyetler Birliği\\\'nin tek kıyıdaşı bulunduğu dönemde Karadeniz\\\'i Azak Denizi\\\'ne bağlayan Kerç Boğazı olmaktadır.Böyle durumlarda boğaz,kıyıdaş devletin ulusal egemenliği altında bulunmakta dönemde geçiş rejimi de kıyıdaş devletin ulusal hukukuna göre düzenlenmektedir.
   
Uluslararası Boğazlar konusunda ise bu deyimin öğretide kullanıldığını ve uygulanan uluslararası hukuk belgelerinde ‘uluslararası ulaşımda yararlanılan boğazlar\\\' deyiminin yeğlendiğini belirtmek gerekir.
   
Zira \\\"uluslararası boğazlar\\\" deyimi bu tür boğazların tümüyle Uluslararası hukuka bağlı olduğu yönünde yanlış anlaşılmalara yer verebilmektedir.Oysa \\\"Uluslararası boğazlar\\\" geçiş rejimi gibi belirli konularda uluslararası hukuka bağlı olup,birçok açıdan kıyı devletinin yetisi altında kalmayı sürdürmektedir.Dolayısıyla uluslararası boğazlar terimini belirtilen bu niteliği çerçevesinde anlamak ve değerlendirmek gerekir.
   
Uluslararası boğaz olmanın koşullarına gelince ,U.A.D\\\' nın 9.4.1949 tarihli Korfu Boğazı  Davası kararında bildirdiği gibi \\\" coğrafi durum\\\" belirleyici öğe olmaktadır.Buna karşılık bir deniz yolunun deniz ulaşımı açısından önemi ya da yoğunluğu Uluslararası boğaz olarak nitelendirilmesini etkilememektedir.Yine bir deniz yolunun kullanılmasının zorunlu ya da ihtiyari olması onun uluslararası boğaz olması konusunda herhangi bir ölçüt değildir.

\\\"Coğrafi durum\\\" ölçütüne gelince,adı geçen davada Divan\\\'ın da kabul ettiği gibi,en başta iki açık denizi birbirine bağlayan deniz yolları uluslararası boğaz niteliği kazanmaktadır.Ancak,B.M.D.H.S. ile münhasır ekonomik bölge kavramının ortaya çıkmasından sonra,bir açık deniz ile bir devletin münhasır ekonomik bölgesini birleştiren deniz yoları ile aynı ya da iki ayrı devletin  münhasır ekonomik bölgelerini birleştiren deniz yollarının da \\\"uluslararası boğaz\\\" olarak nitelendirildiği görülmektedir.

Öte yandan coğrafi durum ölçütüne göre bir açık denizle bir devletin karasularını  bağlayan deniz yollarının bir \\\"Uluslararası boğaz\\\" oluşturup oluşturmadıkları konusu büyük tartışmalara yer vermekle birlikte sonuçta 1985 K.B.B.S bu tür deniz yollarını da uluslararası deniz ulaşımı için gerekli oldukları taktirde \\\"Uluslararası boğaz\\\" olarak kabul etmiştir.(Mad.16/4)Bu durum B.M.D.H.S. ile de teyid edilmekle kalmamış ;ayrıca bu tür bir deniz yolunun ,bir yanda bir devletin karasularıyla öte yanda bir başka devletin münhasır ekonomik bölgesini birleştirmesi durumunda da aynı biçimde değerlendirilmesi yoluna gidilmiştir.

Nihayet bir boğaz her bakımdan ulusal boğaz  özelliklerini göstere bile,eğer bir antlaşmanın konusunu oluşturuyorsa \\\"Uluslararası boğaz\\\" niteliği kazanmaktadır.
Uygulanan uluslararası hukukun bu verilerine bakarak \\\"Uluslararası boğazları\\\" günümüzde kara parçaları arasında ya bir açık deniz ya da münhasır ekonomik bölge alanı ile bir başka açık deniz ya da münhasır ekonomik bölge alanını ya da devletlerin karasularını  bağlayan ya da uluslararası bir antlaşma konusu oluşturan doğal deniz yolu olarak tanımlamak olanaklıdır.

1.2.Uluslararası Boğazların Hukuksal Rejimi

   \\\"Uluslararası boğazlara\\\" ilişkin genel nitelikli kurallar yalnızca bu su yollarından geçiş düzenine ilişkin olup,kıyı devletlerin ülkesel egemenlik haklarını ya da su yollarına ilişkin genel hukuksal düzenini etkilememektedir.Bu çerçevede,bir \\\"Uluslararası boğaz\\\" sularının rejiminin geçiş düzeni dışında,içsular,karasuları ya da açık deniz düzenlerinden hangisine bağlı olacağı sorunu uluslararası hukukun bu konudaki kuralları içinde bir çözüm bulmak zorundadır.Böylece,örneğin bir Uluslararası boğaz sularının bir liman içinde kalmaları ya da uluslararası hukuka uygun körfezleri içermesi durumunda,bu bölgeler kıyı devletin içsuları düzenine bağlı olacaklardır.Bir uluslararası boğaz da içsuları oluşturan alanların dışında kalan deniz alanı varsa,içsuların dış çizgisinden başlayarak bu deniz alanı karasuları düzeninde bağlı olacaktır.Ancak bu tür bir boğazda her iki kıyı aynı devlete aitse ve boğazın genişliği karasuları genişliğinin iki katını geçmiyorsa boğaz tümüyle kıyı devletin karasuları düzeni içine girecektir.Buna karşılık,iki kıyının da aynı devlete ait olmasına rağmen boğazın genişliği karasularının iki katından fazla ise, ilke olarak,arada bir açık deniz şeridi bulunacaktır.Bununla birlikte,tarihsel haklar nedeniyle kimi boğazlardaki bu niteliği gösteren deniz alanlarının da karasuları ya da içsular olarak kabul edilmesi olanağı vardır.Yine bir Uluslararası boğazın iki kıyısının değişik devletlere ait olması durumunda işe bu suların sınırlandırılmasının uluslararası hukuka uygun bir biçimde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.Ancak kıyı devletlerinin bir sınırlandırmaya gitmeden bu bölgeyi ortak bölge olarak düzenleme yetkileri de öğretide söz konusu edilmektedir.
   
Öte yandan \\\"Uluslararası boğazlara\\\" ilişkin genel nitelikli kuralların ayrı bir antlaşma konusu oluşturan boğazların özel hukuksal düzenini de etkilemeyecekleri kabul edilmektedir.
   
\\\"Uluslararası boğazlardan\\\" genel geçiş rejimine gelince ,geçiş özgürlüğü temel ilkeyi oluşturmaktadır.Bir yapılageliş kuralı olarak kabul edilen bu ilkenin daha sonra 1985 Cenevre K.B.B.S. ile de teyit edildiği görülmektedir.(mad.16/4)Ancak,bu geçiş özgürlüğünün kullanılmasındaki koşullar açısından,1958 Sözleşmesi ile B.M.D.H.S. arasında birtakım farklılıklar gözlenmektedir.
   
1958 Sözleşmesine göre \\\"Uluslararası boğazlardan\\\" geçiş özgürlüğü \\\"zararsız geçiş\\\" niteliğindedir.genel olarak karasularından zararsız geçiş hakkına benzeyen bu boğazlardan geçiş özgürlüğü bir ana noktada karasularındaki geçiş hakkından ayrılmaktadır.karasularından zararsız geçiş hakkından ayrılmaktadır.Karasularından zararsız geçiş hakkının –kıyı devletinin güvenliği bunu gerektiriyorsa ve devletler arasında hiçbir ayrım gözetmemek koşuluyla-sürekli olarak kıyı devletince askıya alınabilmesine karşın (mad.16/3),\\\"Uluslararası boğazlar\\\" için kıyı devletine bu olanak  tanınamamaktadır(mad.16/4).Öte yandan,U.A.D.\\\'nin 9.4.1949 tarihli Korfu Boğazı Davası kararında belirtildiği gibi,boğazlardan bu zararsız geçiş hakkının,bir yapıla geliş kuralı olarak,savaş ve ticaret gemisi ayrımı yapılmadan bütün gemilere tanındığı kabul edilmektedir.
   B.M.D.H.S \\\'ne gelince ,uluslararası hukukta ilk kez,iki tür \\\"Uluslararası boğaz\\\" arasında geçiş düzeni açısından bir ayrıma gidilmektedir.Böylece,iki açık deniz ya da münhasır ekonomik bölge arasındaki boğazlar ile bir yanda karasuları öte yanda açık deniz ya da münhasır ekonomik bölgeyi birleştiren boğazlar ayrı düzenlemelere tabi tutulmaktadır.
   B.M.D.H.S.\\\'nin iki açık deniz ya da münhasır ekonomik bölgeyi bağlayan \\\"Uluslararası boğazlara\\\" ilişkin hükümleri incelendiğinde(mad37-44),geçiş düzeninde temel kuralın \\\"transit geçiş\\\" olarak kabul edildiği görülmektedir.(mad38).Ancak,bu tür boğazda transit geçiş hakkından yararlanabilmek,bu boğazın bir devletin kıta ülkesi ile öteki tarafında geçiş sağlayan bir açık deniz ya da münhasır ekonomik bölge bulunmayan bir ada arasında yer alması gerekmektedir.(mad.38/1).Aksi bir durumda aşağıda göreceğimiz \\\"zararsız geçiş\\\" düzeni uygulanacaktır.(mad45/1,a)
   
\\\"Transit geçiş hakkı\\\"nın kabul edildiği durumlarda,bu hak bütün gemiler ve uçaklar için geçerli olup(mad.38/1),geçişin kesintisiz ve hızlı yapılması gerekmektedir.(mad.38/2).Uçaklar da,uluslararası Sivil Havacılık Örgütünün ya da kıyı devletlerin uluslararası uygulamaya uygun olarak kabul ettiği uçuş kurallarına saygı göstererek ve sürekli olarak radyo frekanslarını izleyerek,bu boğazlar üzerinden uçmak zorundadır.(mad.39/3).Gemilerin transit geçiş hakkı kıyı devletince askıya alınamaz.(mad44)
   
B.M.D.H.S. ‘nin bir devletin karasuları ile açık deniz ya da münhasır ekonomik bölge arasında yer alan \\\"Uluslararası boğazlar\\\" a ilişkin öngördüğü temel kural ise \\\"zararsız geçiş\\\" düzeni olmaktadır.(mad45/1,b)Böylece ,bu tür boğazlarda,ilke olarak,karasularında uygulanan zararsız geçiş düzeni geçerli olması öngörülmektedir.(mad45/1)Ancak ,1958 Sözleşmesinde de kabul edildiği gibi,buradaki zararsız geçiş hakkının,karasularındakilerden farklı olarak,kıyı devletince askıya alınması olanağı yoktur(mad.45/2)
   
\\\"Uluslararası boğazlardan\\\" transit geçiş düzeni ile zararsız geçiş düzeni karşılaştırıldığı zaman,transit geçiş koşullarının daha serbest olduğu gözlenmektedir.Özellikle,kıyı devletinin gemilerinin geçişlerini önceden bildirmesini istemesi olanağı ya da denizatlılarının su yüzünden geçmesi gibi bildirmesini istemesi olanağı ya da denizatlılarının su yüzünden geçmesi gibi koşulların transit geçiş düzeni için geçerli olmadıkları görülmektedir.
   
Ancak,kimi \\\"Uluslararası boğazlar\\\" transit geçiş ya da zararsız geçiş rejimlerinin dışında başka geçiş rejimlerine bağlı olabilmektedirler.Nitekim,takımada devletlerinin sahip olduğu takımada sularında oluşan boğazlardan,takımada suları konusunda kısaca belirttiğimiz \\\"takımada geçiş hakkı\\\" geçerli olmaktadır.Yine,genişliği karasuları genişliğinin iki katından daha fazla olan \\\"Uluslararası boğazlar\\\" da yeralan münhasır ekonomik bölge ya da açıkdeniz alanlarında,ilke olarak \\\"serbest geçiş hakkı\\\" kullanılmaktadır.(B.M.D.H.S.,mad 36).Nihayet ,özel anlaşmaların konusunu oluşturan \\\"Uluslararası boğazlar\\\" da ilgili anlaşma hükümlerini temel alan \\\"ad hoc geçiş hakkı\\\" diye nitelendirebileceğimiz özel geçiş rejimi uygulanmaktadır.Biraz aşağıda ele alacağımız Türk Boğazları 1936 Montreux Sözleşmesi uyarınca böyle bir ad hoc geçiş rejimine bağlı bulunmaktadır.
   
Geçiş rejimi konusunda ilgili Uluslararası boğazın niteliğine göre uygun rejim uygulayan kıyı devleti anılan boğaza ilişkin olarak ulaşım güvenliğini ve deniz trafiğini düzenleme yetkisine sahiptir.Bu çerçevede kıyı devleti trafik ayrım şemaları oluşturmaya ve yolları belirlemeye yetkilidir.(1958 K.B.B.S.,mad.17;B.M.D.H.S.,mad21-22,mad.41-42 ve mad.53-54)
   
\\\"Uluslararası boğazlar\\\" da yukarıda belirlenen çerçevede geçiş rejimi kurallarını uygulamakla yükümlü olan kıyı devletleri,bu geçiş rejimi dışında boğazlar üzerinde egemenlik yetkilerini Uluslararası hukuka uygun olarak kullanabilecektir.Günümüzde kıyı devletleri özellikle güvenlik ve çevre koruması konularında bu egemenlik yetkilerini ulusal yasaları ve yönetmelikleri aracılığıyla kullanma yoluna gitmektedir.Bu da zaman zaman kıyı devletleri ile gemiciler arasında birtakım görüş ayrılıklarına yer vermektedir.Uygulanan Uluslararası hukuk bu tür sorunlara ilişkin her zaman çözüm öngörmemektedir.

Türk Boğazları Genel Giriş

İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı, genel olarak \\\"Türk Boğazları\\\" diye anılır. Boğazlar, Karadeniz\\\"i Akdeniz\\\"e bağlaması bakımından tarihi ve siyasi önemi olan bir su geçididir. Avrupa ile Asya\\\"yı ayıran deniz sınırı olmakla beraber, aynı zamanda iki kıtayı birbirine yaklaştırması bakımından coğrafi ve stratejik değer de taşırlar. 18. yüzyılda Doğu Meselesinin büyük önemle kendisini hissettirmesiyle, Boğazlar üzerinde daha çok durulmuş ve o zamandan itibaren hukuki ve siyasi bir sorun olarak inceleme konusu olmuştur. Karadeniz\\\"i Akdeniz\\\"e ve dolayısıyla Karadeniz\\\"i diğer açık denizlere bağlayan Boğazların, tek deniz geçidi olmaları nedeniyle, hukuki statüsü düzenlenirken Türkiye\\\"nin hayati haklarını ve savunmasını göz önünde bulundurmak mutlak bir zorunluluktur. Çünkü Boğazlar, Türkiye\\\"nin hayat damarıdır. Kalbidir ve varlığı ile yakından ilgilidir.

1.2.Türk Boğazlarının Hukuki Rejimi

1.2.1.Tarihsel Gelişimi

18. yüzyıldaki gelişmeler
Rusya\\\'da Büyük Petro ile başlayan Karadeniz\\\'e ve Türk Boğazları\\\'na hakim olma ihtirası, Çariçe II. Katerina zamanında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ile gerçekleşme fırsatını yakaladı. Hatta daha önce 1770 yılında Rus savaş gemileri Çanakkale Boğazı\\\'na girmişlerdi.
1798 yılında Avrupa\\\'yı ele geçirme aşamasında iken Napolyon da gözünü İstanbul\\\'a dikmişti. O dönemde Rusya dahil olmak üzere bütün Avrupa\\\'yı Napolyon korkusu sardı. 1798 - 1805 yılları arasında Napolyon tehdidi yüzünden Rusya ile Osmanlı Devleti aralarında karşılıklı yardımlaşma sözleşmeleri imzaladılar. Buna göre Karadeniz tüm yabancı savaş gemilerine kapatılacaktır. Bu kuralın ihlali savaş sebebi sayılacak ve bu ülkelere karşı ortak olarak savaş gemileri yollanacaktı. Fransa\\\'nın baskısıyla Osmanlı Devleti 1806 yılında Rusya ile yaptığı 1805 Karşılıklı Savunma Sözleşmesini iptal etti. 1809 yılında Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında ikili bir sözleşmeyle Çanakkale Sözleşmesi \\\"Osmanlı İmparatorluğu\\\'nun eski kuralı\\\" olarak bilinen, yani Padişahın fermanı olmadıkça tüm yabancı savaş gemilerinin geçişini yasaklayan kural resmen tanındı.
19. yüzyıldaki gelişmeler
1833 Hünkar İskelesi Sözleşmesi
Rusya, Boğazlar üzerindeki en önemli haklarını Mısır\\\'da Kavalalı Mehmet Ali Paşa \\\'nın 1832 yılındaki isyanı sırasında Osmanlı\\\'lara yardım etmenin ödülü olarak imzaladığı 1833 Hünkar İskelesi Antlaşması ile kazandı. Bu anlaşmaya göre Rusya, yabancı bandıralı savaş gemilerine Çanakkale Boğazı\\\'nın kapatılmasını talep edebilecektir. Bu da Rusya\\\'nın Boğazların kontrolü üzerinde söz sahibi olması demektir. Aslında, Hünkar İskelesi Antlaşması 19. yüzyılın ikinci yarısını meşgul edecek olan \\\"Şark Meselesinin\\\" başlangıcıdır.
1841 Boğazlar Sözleşmesi
İngiltere için Hünkar İskelesi Antlaşmasının yerini alacak başka bir anlaşmanın yapılması şart oldu ve bu fırsat tekrar Mısır\\\'da Mehmet Ali Paşa \\\'nın isyanı ile ortaya çıktı. Fakat bu kez ayaklanmanın bastırılmasında Osmanlı\\\'lara yardım eden Avrupa güçleri oldu ve 1840 Londra Anlaşması imzalandı. Türk Boğazları açısından, bu anlaşmadan daha önemlisi 13 Temmuz 1841\\\'de Fransa\\\'nın da katılımıyla imzalanan \\\"Boğazlar Sözleşmesi\\\"dir. Bu sözleşme ile ilk kez Türk Boğazları çok taraflı bir anlaşma ile düzenlenmiş ve artık ikili sözleşmeler devri kapanmıştır
1856 Paris Sözleşmesi
Rusya, Eflak Boğdan \\\'ı ortodoks halkın haklarını korumak bahanesiyle 1853 yılında istila etti. Avrupa Devletleri bunu kendisi için bir tehdit sayarak Türk Boğazlarından Karadeniz\\\'e, savaş gemilerini yollarlar. Rusya da bu gemilerin Boğazlardan geçmesini, 1841 Boğazlar Sözleşmesinin ihlali sayarak Kırım Savaşı için bahane yaptılar. Kırım Savaşı birçok açıdan Avrupa ülkeleri arasındaki güvensizliğin sonucudur ve ilerideki yıllarda milyonlarca Avrupalı\\\'nın ölümüne sebep olacak I. Dünya Savaşının tohumlarını da atmıştır.
Rusya\\\'nın bu çıkışı Avrupa Devletlerini, bilhassa İngiltere\\\'yi rahatsız etmiştir. 1854 yılından itibaren, İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan arasında yoğun diplomatik görüşmeler yapılır. Bunların neticesinde Avusturya\\\'nın hazırladığı \\\"Dört Nokta\\\" Rusya\\\'ya ültimatom şeklinde verilir, ki bu daha sonra 1856 Paris Sözleşmesinin temelini oluşturacaktır Kırım Savaşı, Mart 1856 \\\'da Sivastopol\\\'un Fransa tarafından işgali ve Rusya\\\'nın büyük bir yenilgisiyle sonuçlanır. Türk Boğazları açısından Kırım Savaşının önemi Avrupa Güçlerinin son kez topluca Osmanlı Devletini koruduğu savaş olmasıdır. Şubat ayında tüm taraflar Paris\\\'te bir araya gelirler ve 1856 Paris Sözleşmesi imzalanır.1856 Paris Sözleşmesinin birçok önemli maddesi arasında güç dengelerini en çok etkileyen, Karadeniz\\\'i tamamen askerden arındıran madde olmuştur. Osmanlı\\\'nın eski kuralı olan ve 1841 Boğazlar sözleşmesiyle pozitif hukuk kuralı haline gelen, yabancı savaş gemilerinin Boğazlara girişinin yasaklanması da imzalayıcılar tarafından tekrar teyit edilir. Bunun yanı sıra Fransa, İngiltere ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu\\\'nu herhangi bir Rus saldırısına karşı koruyacaklarına dair ek bir anlaşma ( \\\"üçlü anlaşma\\\" ) daha imzalamıştır.
1870 Karadeniz Konferansı ve 1871 Londra Sözleşmesi
1856 ile 1870 yılları arasında Avrupa\\\'daki güç dengeleri değişmeye başlamıştır ve belki de en önemlisi İngiltere\\\'nin Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili politikasının değişmesidir. Artık Osmanlı\\\'ya pek sempati ile bakmayan bir Britanya ile Kırım harbinden beri Balkan ve Slav milliyetçilerinin desteğini alıp güçlenmiş olan Çarlık Rusyası ve kendi çıkarlarını kollayan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu adeta Osmanlı Devleti\\\'ni abluka altına almışlardır. Bu güçler dansının yörüngesi Türk Boğazlarıdır. Balkanlarda etkinliğini artıran Rusya 1870 yılında, 1856 sözleşmesinin taraflarına bir nota vererek sözleşmenin Karadeniz\\\'i askersizleştiren maddelerini iptal edeceğini bildirir. Aslında, Rusya hem Karadeniz\\\'in tekrar askerden arındırılmasını hem de artık Türk Boğazları\\\'nın yabancı savaş gemilerine açılmasını istiyordu. Oysa İngiltere ile Avusturya buna karşıydı. Meseleyi görüşmek için Paris\\\'te bir kongre yapılması önerildi. Osmanlı Devleti ne Karadeniz\\\'in tekrar askersizleştirilmesini, ne de 1856 ‘da kazandıkları bazı hakları kaybetmek istememiştir. 1841 ve 1856 sözleşmelerinde olduğu gibi 1871 Londra Sözleşmesi\\\'nde de Osmanlı İmparatorluğunun eski kuralı teyit edilmiştir. Osmanlı Devleti kendi güvenliği açısından gerektiğinde istediği gibi \\\"dost veya müttefik\\\" güçlerin savaş gemilerine Boğazları açabilecektir. 1923 Lozan Sözleşmesine kadar Türk Boğazlarından geçiş rejimi 1871 Londra Sözleşmesiyle düzenlenmiştir.


20. yüzyıldaki gelişmeler
I. Dünya Savaşı ve Sevr Antlaşması
1900\\\'lü yılların başında Almanya, Avusturya- Macaristan ve İtalya askeri birlik oluşturmuşlar; adına da \\\"Üçlü İttifak\\\" denilmiştir. Bu ittifaka karşı Rusya, İngiltere ve Fransa, \\\"Üçlü İtilaf\\\'\\\' dedikleri birliği kurdular. İtalya daha sonra saf değiştirir ve 1915 yılında Üçlü İtilaf yanında savaşa girer. O dönemin siyasi konjonktürü içerisinde kozların paylaşılması kaçınılmazdır; Avusturya Veliahdının Saraybosna\\\'da bir Sırplı tarafından öldürülmesi, fitili ateşler ve savaş patlar.
Osmanlı Devleti savaşın başlarında tarafsızdır. Ama Almanya\\\'nın savaşı kazanacağına mutlak gözü ile bakılmaktadır. Bu fırsatı değerlendirip, Almanların yanında savaşa girerek son dönemlerde kaybedilmiş toprakları geri almak istenir. Önce İtilaf Devletleri donanmasından kaçarak tarafsız ülke Osmanlı limanlarına sığınan Goben ve Breslau adlı iki Alman zırhlısı içindeki Almanlara Osmanlı kıyafeti giydirilip Karadeniz\\\'e gönderilir; Karadeniz\\\'deki Rus limanları topa tutulur. Böylece Osmanlı, 1. Dünya Savaşı\\\'na girmiş olur.
Çanakkale savaşları, tarih boyunca jeostratejik açıdan hep önemli olan Türk Boğazları\\\'nın en kanlı savaşlarıdır. Toplam yarım milyona yakın insanın kaybedildiği, Osmanlı\\\'nın en değerli evlatlarını ve neredeyse bir kuşağını kaybettiği bu savaşın iki ana nedeni vardır
Osmanlıların Boğazları bütün gemilere kapatmış olması, Rusya\\\'yı Karadeniz\\\'e hapsetmiş ve zor durumda bırakmıştır. Bir yandan Almanlarla savaşan Rusya\\\'nın Osmanlılarla savaşacak gücü kalmamıştır. Rusya ile bağlantıyı sağlamak üzere kilit konumda bulunan Türk Boğazları yolu, mutlaka açılmalıdır.
İngilizler her ne kadar Rusya ile müttefik iseler de, Macaristan ovasına inerek Almanlar karşısında başarı kazanmış bulunan Rusların Türk Boğazları\\\'nı ele geçirip buradan bir daha çıkmamaları ihtimalinden kuşkulanmışlardır. Bu bölge stratejik olarak uzun vadeli çıkarlar açısından o denli önemlidir ki, bu savaşta müttefik dahi olsa, Rusya bu bölgeyi ele geçirmemelidir. Hatta İngilizler, Rusya\\\'nın Türk Boğazları\\\'nı aldıktan ve İstanbul\\\'u ele geçirdikten sonra Almanlar ile anlaşıp savaştan çekilmesinden dahi endişe etmişlerdir.
Osmanlı Devleti; I. Dünya Savaşı\\\'nda yenik düşmesi ile Sevr Barış Anlaşması\\\'nı imzalamak zorunda kalmıştır. Sevr Anlaşması\\\'nın Boğazlar ile ilgili hükümleri 37-61. Maddelerde yer alır. Bu maddelerde özetle şunlar vardır:
1.   Çanakkale, ve İstanbul Boğazı Marmara da dahil olmak üzere, Boğazlardan geçiş barışta ve savaşta, hangi devlete ait olursa olsun, her türlü harp ve ticaret gemilerine açık olacaktır,
2.   Bu serbestinin temini için, Osmanlı, Boğazların kontrolünü geniş yetkileri olan bir Boğazlar komisyonu\\\'na bırakacak, komisyonun bağımsız bir bayrağı ve bütçesi olacaktır. (Böylece sanki Boğazlar Bölgesinde çokuluslu bir devlet kurulmuş gibi oluyor) Komisyon üyeleri ise: İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya\\\'dır. Rusya, Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan da Milletler Cemiyetine üye olurlarsa Komisyona girebileceklerdir,
3.   Komisyon Başkanı, iki yılda bir dört büyük devlet arasında değişecektir. (Türkiye Komisyon Başkanı olamıyor)
4.   Fransa, İngiltere ve İtalya, Türk Boğazları dolaylarındaki silahtan arınmış bölgede müştereken asker bulundurabileceklerdir
Lozan Antlaşması
İngilizler, işgal altındaki İstanbul\\\'da çaresiz kalan son Osmanlı padişahı Mehmet Vahdettin\\\'e Anlaşmayı imzalatmışlarsa da, Ankara\\\'da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Misak-ı Milli sınırlarını çizmiş ve Sevr\\\'i tanımadığını bütün dünyaya ilan etmiştir. Daha sonra Kurtuluş Savaşından başarıyla çıkan genç Türkiye Cumhuriyeti, hiç uygulanmayan Sevr\\\'in yerine Lozan anlaşmasını, Sevr\\\'den sadece 3 yıl sonra, imzalamayı başarmıştır. Lozan Anlaşması\\\'nın 23. Maddesi gereği; bu Sözleşmenin; Lozan Anlaşması içerisindeymiş gibi kabul edileceği hükme bağlanmıştır. Lozan Boğazlar Sözleşmesi\\\'ni Lozan Anlaşması\\\'na taraf olmamış olan Rusya ve Bulgaristan da imzalamışlardır. Lozan\\\'ın eki olan Boğazlar Sözleşmesi şu maddelerle özetlenebilir:
1.   Ticaret Gemileri ve uçakları barış zamanında Türk Boğazlarından geçiş serbestisine sahiptirler;
2.   Savaş gemileri ve uçakları barış zamanında Boğazlardan geçiş serbestisine sahiptir; ancak Karadeniz yönüne geçişte savaş gemileri için sınırlama vardır.
3.   Savaş zamanı: Türkiye, Muharip değilse tarafsızlık haklarını geçişi engelleyecek şekilde kullanamaz; Türkiye Muharip ise; tarafsız devletlerin ticaret gemileri düşmana yardım götürmüyorlarsa geçebilirler; savaştığı devletin gemilerine karşı Türkiye, her türlü hakkını kullanabilir.
4.   Boğazlar çevresinde belirli bölgeler askerden arındırılmıştır.
5.   Antlaşmanın öngördüğü düzene uyulmasını başkanının Türk olduğu bir komisyon denetleyecektir.
Lozan Türk Boğazları ve yakın çevresinde Türkiye\\\'nin egemenlik hakkını önemli ölçüde sınırlamaktaydı. Boğazlar Bölgesi askerden arındırılmakla bu bölgenin nasıl savunulacağı sorusu cevapsız kalmıştı. Dolayısıyla ortada hem Karadeniz\\\'in güvenliği açısından; hem de Türkiye\\\'nin güvenliği açısından önemli bir sorun vardı. Bu sorun, ancak Montrö Sözleşmesi ile çözülebilmiştir.
 Lozan Boğazlar Sözleşmesinin Değiştirilmesini Gerektiren Nedenler

Türkiye, Lozan Sözleşmesi sırasında, diğer konuları halletmek ve özellikle kapitülasyonlar gibi çok önemli sorunları kaldırabilmek için, Boğazlar konusu da dahil olmak üzere, bazı konularda taviz vermeyi yeğlemiştir.
Lozan Barış Antlaşmasına göre Boğazlar, askersiz bölge haline getirilmişti. Bunun için Türkiye Boğazlarda asker bulunduramıyordu. Ayrıca, Türkiye\\\'nin Boğazlardan geçişi kontrol etme, yani geçiş üzerinde denetim hakkı yoktu. Bu, Boğazlar üzerinde Türkiye\\\'nin egemenlik hakkının sınırlandırılması ve güvenliğinin tehlike karşısında bırakılması demekti. Lozan sistemi ile getirilen \\\"Boğazlar Komisyonu\\\" ise Türkiye\\\'nin egemenlik haklarını sınırlandırıyordu. Bu durum yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti\\\'nin tam bağımsızlık ilkesine tamamen ters düşüyordu.

    Birinci Dünya Savaşı\\\'ndan sonra büyük umutlar yaratan silahsızlanma girişimleri başarılı olamamış, tam tersine bütün devletler silahlanmaya başlamıştı. 1933 yılından sonra silahsızlanma çabalarının başarısızlığı sonucunda Avrupa\\\'da yeni bir savaş tehlikesinin güçlü belirtileri ortaya çıkmaktaydı. Bu durum karşısında Türkiye, Uluslararasıbarış ve güvenliğin korunması yolundaki güçlüğü ileri sürerek Boğazların güvenliğini sağlamak amacıyla 11 Nisan 1936 günü Milletler Cemiyeti\\\'ne başvurur. Bu başvuruda Türkiye, Boğazlar Statüsünün değiştirilmesi isteğini belirtir. Bu sırada İtalya Habeşistan\\\'a saldırmış Almanya, Verailles Barış Antlaşması hükümlerini çiğneyerek askersiz bölge olarak kabul edilen Ren bölgesine asker sokmuştu. Görülmektedir ki, savaşların nedenleri yine savaşlar sonunda imzalanan barış antlaşmalarında düğümlenmektedir. Galip devletler zaferden sonra ihtiraslarının ve çıkarlarının esiri olarak zorladıkları antlaşmalarla geleceğin savaşlarının tohumlarını atmaktan kendilerinin kurtaramamışlardır. Bu durum II.Dünya savaşı tehlikesinin belirmesine sebep olmuştur. Türkiye; bunun üzerine harekete geçerek Lozan Barış Antlaşmasını imzalayan ilgili devletlere verdiği nota ile Boğazlar statüsünün yeniden düzenlenmesi için görüşmeye çağırmıştır.

 Sözleşmenin Stratejik Önemi

Statüleri özel andlaşmalarla veya örf ve adet hukuku kurallarıyla belirlenmiş olan Uluslararası boğazların hiçbirinde, Montrö\\\'de Türkiye\\\'ye verilen nitelikte bir yetkinin kıyı devletine tanınmamış olduğu dikkate alınacak olursa, Türkiye\\\'nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile kazandığı avantajların önemi daha kolay değerlendirilebilecek ve anlaşılabilecektir. Ancak, tarihi süreç içerisindeki geçiş rejimleri yanında, coğrafi konumu, fiziki yapısı ve sui generis özellikleri çerçevesinde değerlendirildiği zaman, Türk Boğazları\\\'nın bir Uluslararası boğaz olmadığı görülecektir. İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı; iki açık deniz olan Karadeniz ve Ege Denizi\\\'ni birbirine bağlayan niteliğinden dolayı, ilgili Uluslar arası sözleşmelerde deniz ulaştırması amacıyla kullanılan tek bir su yolu olarak kabul edilmektedir. Tek başlarına değerlendirildikleri zaman ulusal boğaz niteliğinde olan İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı ile bir iç deniz olan Marmara\\\'da, toplam  164 millik bir mesafe kat edilerek deniz ulaştırması idame edilebilmektedir. Bu nedenle; Montrö Boğazlar Sözleşmesi\\\'ndeki hükümlerin tekrar elde edilmesi zor olan ve başka devletlerin sahip olmadığı yetkiler olarak değerlendirilmesi, bütün boyutları ile gerçeği yansıtan bir yaklaşım olmayacaktır.
Türk Boğazları Bölgesi\\\'nden gemilerin uğraksız geçişini düzenleyen Montrö Boğazlar Sözleşmesi, uluslararası ulaştırmanın serbestliği ve sürekliliği genel ilkesi ile Türkiye\\\'nin yetkileri arasında bir denge oluşturabilmiştir. Sözleşme, Türkiye ve Karadeniz\\\'e kıyıdaş devletlerle birlikte Boğazları kullanan devletler için hak ve yükümlülükler doğuran, hukuki olduğu kadar siyasi bir belgedir.
Yürürlükten kaldırılması ve değiştirilmesini düzenleyen şekil şartlarının çok müsait olmasına ve bu istikamette söylem düzeyinde kalan çeşitli girişimlere ve yaşanan bazı olaylara rağmen, Montrö Boğazlar Sözleşmesi 70 yıldır Türkiye\\\'nin gözetiminde titizlikle uygulanmaktadır. Sözleşmenin bir şekilde masaya yatırılması, Türkiye ve Karadeniz\\\'e kıyıdaş devletlerle birlikte, Boğazları kullanan devletler için de istikrarsızlık ve belirsizliklere sebebiyet verebilecektir. İki ulusal boğaz ve bir iç denizden oluşan, Karadeniz\\\'e kıyıdaş devletlerle birlikte Tuna-Ren su yolunu saymazsak Karadeniz havzası devletlerin de ana giriş-çıkış kapısı olan Türk Boğazları\\\'nın egemen gücünün Türkiye olduğu gerçeği unutulmamalıdır.

Montrö Anlaşması ve Türk Boğazları
Sevr\\\'e göre Türkiye\\\'nin bölgedeki güvenliğini Milletler Cemiyeti, özellikle de İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya garanti edecekti. İlk 3 ülke Türkiye\\\'yi işgal etmiş ülkelerdi ve İngiltere ile sorunlar hala devam etmekteydi. Güvenliğin ötesindeki mesele ise egemenlikti. Türkiye, kendi topraklarının bir bölümünde asker bulundurup bulunduramayacağı konusunda başka devletlerden izin almış oluyor, bu da asker bulundurmamakla sonuçlanıyordu. Böyle bir durum milli egemenliğine önem veren hiçbir devlet için kabul edilemezdi.
Karadeniz ülkeleri, özellikle de SSCB Boğazlar\\\'ın olası bir Avrupalı ülke saldırısında kullanılmasını istememiş, bu nedenle geçişlere sınırlandırma getirilmesi konusunda Türkiye\\\'nin yanında yer almıştır. Bu kaygılar sonucu şekillenen sözleşmeye göre Türkiye bir savaşta tarafsız ya da savaş dışı ise savaşan tarafların savaş gemileri Boğazlar\\\'dan geçemeyecektir. Yine Türkiye bir savaşa girmiş, ya da savaş tehdidi hissediyorsa diğer devletlerin savaş gemilerinin geçişi konusunda kendi taktirini kullanabilecektir.
Ankara\\\'daki sıkıntılara karşın Türkiye Boğazlar rejimini düzenlemek için uluslararası konjonktürün barışçıl çözüme izin verdiği dönemi beklemiş, zor kullanmamaya gayret göstermiş, bir anlamda güç dengelerine oynamıştır. Bu anlamda Montrö Boğazlar Sözleşmesi Atatürk\\\'ün dış politikasında barışçıl yöntemlere verdiği önemi, pragmatikliğini, gerçekçi duruşunu, diplomaside dengeleri çok iyi hesaplayabildiğini de göstermiştir.
Bu döneme kadar Milletler Cemiyeti\\\'nin çeşitli alanlardaki garantilerinin de işlemediğinin görülmesi, bizzat Milletler Cemiyeti\\\'nin garantör olması beklenen üyelerinin ihlallerde bulunması Türkiye\\\'nin gerekçelerini güçlendirmiştir. Türkiye\\\'nin talepleri konusunda izlediği yol ilgili devletlere başvurmak ve onları yeni bir konferans için ikna etmek şeklinde olmuştur. Bu taleplerin ardından 22 Haziran 1936\\\'da Montrö\\\'de bir konferans toplanıp Montrö Boğazlar Sözleşmesi de 20 Temmuz 1936\\\'da imzalanmıştır. Konferans, Türk Diplomasisinin girişimleri ile toplandı, 22 Haziran 1936 da başlayan görüşmeler yaklaşık 1 ay sürdü ve 20 Temmuz 1936 de anlaşma imzalandı. Görüşmelerde Türk Heyeti\\\'ne Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras başkanlık etti.
Anlaşma taslağını Türkiye hazırlamıştı. Konferansın ilk oturumları Türkiye\\\'nin hazırladığı antlaşma taslağının okunması ve görüşülmesiyle geçti. 25 Haziran\\\'da sorunlar Teknik Komite\\\'ye devredildi. 4 Haziran\\\'da da İngiliz heyeti Türkler ile Cenevre ve Montreux\\\'de yaptıkları özel görüşmeler neticesinde hazırladıkları kendi taslaklarını toplantının gündemine soktular. Yapılan uzun tartışmalardan ve basının ortak edildiği ağız dalaşından sonra uzlaşmaya 15 Temmuz günü varıldı.
Üç gün içinde de nihai metin üstünde anlaşıldı. 20 Temmuz 1936\\\'da ise Montreux Boğazlar Sözleşmesi düzenlenen törenle imzalandı. Sözleşmeye ek olan protokol hükümleri gereğince aynı gün gece yarısı 30 bin kişilik bir Türk gücü Boğazlar bölgesine girdi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, bugün de geçerliliğini koruyan, uygulamada olan; Türk Boğazları için en önemli belgedir. Bu sözleşme 29 maddeden oluşur. Bu 29 Maddeden 22\\\'si; askeri gemilerle ve askeri konularla ilgili hükümleri içerirken, sadece 7\\\'si ticari gemilerin geçişini düzenler. Montrö\\\'yü kısaca özetlemeye çalışırsak;
Savaş Gemisi dışında kalan tüm gemilere, Türk Boğazlarından geçiş serbestisi tanınmıştır. Geçiş serbestisi, gece ve gündüz, yükü ne olursa olsun, bayrağı ne olursa olsun tanınan bir özgürlüktür. Kılavuzluk ve römorkör alma konuları geçiş yapan gemilerin isteğine bırakılmıştır.
Türkiye savaşan ülke ise ya da kendisini yakın bir savaş tehdidinde görüyorsa; ticari gemilerin geçişini engelleyemese de, geçişlere bazı kısıtlamalar getirebilmek hakkına sahiptir. Örneğin; geçişlerin gündüz yapılması, Türkiye\\\'nin belirleyeceği güzergahların kullanılması ve kılavuz kaptan alınmasının zorunlu tutulabilmesi (ücret almamak koşuluyla) mümkün olmaktadır. Savaş gemileri ile ilgili olarak; geçişi sınırlayıcı pek çok hüküm vardır. Bunlar sadece Türkiye\\\'nin değil; Karadeniz Ülkelerinin de lehinedir. Örneğin; Karadeniz\\\'de bulunabilecek toplam tonaj; Karadeniz\\\'de kıyısı olmayan ülkeler için 30 bin ton ile sınırlandırılmış ve bu gemilerin Karadeniz\\\'de 21 günden fazla da kalamayacaklarını hükme bağlamıştır
Boğazlar Komisyonu kaldırılarak yetkileri Türk Hükümeti\\\'ne devredilmiştir. (Montrö Görüşmeleri esnasında bu hükme İngiltere karşı çıkmıştır. Türkiye\\\'ye bu konuda en büyük destek Romanya\\\'dan gelmiştir.) Montrö Boğazlar Sözleşmesi\\\'nin şu temel ilkeleri benimsediği söylenebilir:
1.   Türkiye\\\'nin Güvenliği
2.   Karadeniz\\\'in Güvenliği
3.   Geçiş Serbestisi
4.   Karadeniz-Akdeniz dengesinin korunması Sözleşmenin daha girişinde Türkiye\\\'nin güvenliğine vurgu yapılmış, 5., 6., 14., 15., 16. ve 23. maddelerde bu norma değinilmiştir.
Sözleşme\\\'nin özellikle 18.maddesi Karadeniz\\\'e kıyısı olan ülkelerin kaygılarını gidermeye dönüktür. Sözleşme\\\'de ayrıca Akdeniz-Karadeniz geçişlerinde, daha çok savaş gemilerine dönük sınırlandırmalar da bulunmaktadır.¹ Boğazlardan geçiş serbestisi temel alınmıştır. Aslında Türkiye ve Karadeniz\\\'e kıyısı olan ülkeler dışında konferansa katılanların en çok üzerinde durduğu husus budur. 1. Madde geçiş serbestisine açık bir vurgu yapmaktadır. Montrö\\\'ye göre Boğazlar\\\'dan ticaret gemilerine neredeyse mutlak anlamda geçiş hakkı tanınmıştır ve Türkiye\\\'nin bu konudaki sınırlandırma yetkileri yok denecek bir düzeydedir. Savaş gemilerinin geçişinde ise güvenlik gerekçeleriyle sınırlandırmalar vardır. Sözleşme Akdeniz-Karadeniz dengesini de bozmamaya çalışmıştır.19., 20. ve 21. maddeler bunu daha çok Türkiye\\\'ye tanıdığı takdir haklarıyla çözmüştür.
Montrö Rejimi
Montrö sözleşmesinde kabul edilen ilke geçiş serbestliğidir.(md11)Ancak bu geçiş resmi ticaret gemileri ve savaş gemileri bakımından farklı biçimde düzenlenmiştir.
1.Ticaret gemileri(md.2-4)
a)Barış zamanında:
Bayrağı ve yükü ne olursa olsun,gece ve  gündüz tam serbest geçiş hakkına sahiptirler.Bu geçiş transit olarak,sağlık denetimi dışında herhangi bir formaliteye bağlı olmadan gerçekleştirilecektir.Kılavuz almak ihtiyatidir.Kılavuz almanın zorunlu olmaması kazaların başlıca nedenlerinden biridir.Geçiş serbestliğinin kullanılması ve mali yükümler açısından Türk gemiler ve diğer gemiler arasında ayrım yapılamaz.
b)Türkiye\\\'nin tarafsız Olduğu Savaş Zamanı:
Ticaret gemileri barış zamanı için öngörülen kurallar uyarınca,geçiş serbestliğinden yararlanırlar.(md.4)
c)Türkiye\\\'nin Taraf Olduğu Savaş Zamanı:
Tarafsız devletlerin ticaret gemileri düşmana yardım etmemek şartıyla,geçiş hakkına sahiptirler.Türkiye savaş hukukuna dayanarak gemilerin taşıdığı yükü kontrol edebilir.Kılavuz alınması mecburiyeti getirebilir.Geçişler gündüz yapılır.(md.5)
d) Türkiye\\\'nin Kendisini Pek yakında bir Savaş Tehlikesi Tehdidi Altında Saydığı Zaman:
Bu durumda,ticaret gemileri barış zamanı kurallarına göre gündüzleri geçebileceklerdir.(md.6)
2.Savaş Gemileri
a)Barış Zamanı:
Barış zamanına ilişkin düzenleme,savaş gemilerinin Boğazlardan geçişini ve Karadeniz\\\'deki durumlarını kapsamaktadır.Boğazlardan geçiş Türkiye\\\'nin güvenliğinin korunması amacıyla bazı sınırlamalara tabi tutulmuştur.Aynı amaçla Karadeniz\\\'e kıyıdaş devletlerin güvenliklerinin korunması için,yabancı devletlerin bu denizde bulundurabilecekleri deniz kuvveti sınırlanmıştır.
aa)Boğazdan Geçişe İlişkin Sınırlamalar:
Boğazlardan geçecek savaş gemileri geçişlerini Türk yetkililere ihbar etmeleri gerekir.İhbar geçişten 8 gün önce yapılır.
-Boğazlardan,barış zamanında ,istisnalar saklı kalmak üzere,yalnız hafif su üstü gemileri,küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler geçebilir.Bu sınırlara dahil gemiler gerekli ihbarda bulunmak ve gündüz geçmek zorundadırlar.(md.10,13)
-Boğazlardaki yabancı savaş gemisi sayısı 9 gemiyi ya da 15000 tonu aşmamak şartıyla geçiş yapacaklardır.Gemilerin sınıfları ve tonajları bakımından kabul edilen bu sınırlamalar 2 durumda (istisnalar) uygulanmaz.
-Türkiye Hükümetinin daveti üzerine Boğazlardaki bir limanı ziyaret edecek yabancı gemiler boğazlara girebilir.
-Karadeniz\\\'e kıyıdaş olan devletler 15.000 tonu aşan hattı harp (su-üstü harp gemileri) gemilerini ve uçak gemilerini teker teker boğazdan geçirebilirler.
-Böylece sözleşmenin hükümlerine göre,Karadeniz\\\'e kıyıdaş olmayan uçak gemilerinin,hattı harp gemilerinin ve denizatlılarının Boğazlardan geçmesi yasaklanmıştır.Yani;Karadeniz\\\'e kıyıdaş olmayan devletlerin yalnızca hafif su üstü gemileri,küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler Boğazlardan geçebilirler.Bu sınıf dışındaki büyük savaş gemileri Boğazlardan geçerek Karadeniz\\\'e açılamazlar.
bb)Karadeniz\\\'e İlişkin Sınırlamalar:
Barış zamanında,Karadeniz\\\'e kıyıdaş olmayan devletlerin uçak gemilerinin ve denizatlılarının Boğazlardan geçiş hakkı olmadığı için Karadeniz\\\'e açılamazlar.Bu devletlerin Boğazları geçmeye hak kazanan hafif su üstü gemileri,küçük savaş gemileri ve yardımcı gemilerinin Karadeniz\\\'deki toplam tonajı olağan olarak 30.000 ton ile sınırlanmıştır.(md.18/1.a) Bu sınırlama kimi koşullarda 45000 tona kadar çıkabilir.Bir devletin savaş gemilerinin tonajı en çok bu toplam tonajın 3/2 ne kadar varabilir.(md.18/1.c)İnsani amaçlı durumlar bu sınırlamanın dışında tutulmuştur.
Son olarak Karadeniz\\\'e kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemileri,bu denizde bulunmalarının amacı ne olursa olsun,Karadeniz\\\'de 21 günden fazla kalamazlar.


b)Türkiye\\\'nin Tarafsız Olduğu Savaş Zamanı
   Bu durumda,tarafsız devletlerin savaş gemileri barış zamanı için geçerli kurallara uyarak boğazlardan geçebilirler ve Karadeniz\\\'e açılabilirler.(md19/1)
   Savaş devletlerinin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi ilke olarak yasaktır.(md19/2)Bu kurala ilişkin 2 istisna öngörülmüştür.
   -Milletler cemiyeti çerçevesinde kararlaştırılan ortak bir harekete katılan savaş gemileri Boğazlardan geçebilirler.Bugün Milletler Cemiyeti\\\'nin yerini Birleşmiş Milletler almıştır.
   -Bağlama Limanından ayrılmış gemilerin limanlarına dönmesi mümkündür.
c)Türkiye\\\'nin Taraf olduğu Savaş Zamanı
   Savaş zamanında ,Türkiye savaşansa,Boğazlardan savaş gemilerinin( Karadeniz\\\'e kıyıdaş olsun-olmasın bütün gemileri) geçişi konusunda istediği düzenlemeyi yapmakta tamamen serbesttir.(md20)Bir anlamda ,sözleşme askıya alınmaktadır.
d)Türkiye\\\'nin kendisini pek yakın bir savaş tehditine maruz saydığı durumda da bu hüküm geçerlidir.Pek yakın bir savaş tehdidinin bulunup bulunmadığını Türkiye takdir edecektir.Ancak  Türkiye bu yetkisini kullanmış olduğunu sözleşmeye taraf devletlere bildirecektir(md21/3-4)Fakat,bu ;Türkiye\\\'nin bu konuda sınırsız bir takdir hakkına sahip olduğu anlamına gelmez.Türkiye taktir hakkını uluslararası hukuka uygun bir şekilde kullanmak durumundadır.Montrö Sözleşmesi hava gemilerinin (uçakların) Boğazlar üzerinden geçişi konusunda yalnız sivil uçaklara,Akdeniz ve Karadeniz arasında,yasak bölgelerin dışında ve ihbar(önbildirim) şartıyla geçiş hakkını tanımaktadır.(md23)Böylece,askeri uçakların Boğazlar üstünden geçmesi sözleşme dışı tutularak Türkiye\\\'nin bu konudaki yetkisine bir sınır getirilmemiştir.
b)Montrö Sözleşmesinin Feshi ve Değiştirilmesine İlişkin Düzenleme
   Sözleşmenin feshi ve değiştirilmesine ilişkin prosedür (usul) sözleşmede düzenlenmiştir.Sözleşmenin 28. maddesi uyarınca sözleşme yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 20 yıl yürürlükte kalacaktır.Sözleşmede öngörülen bu 20 yıllık süreden 2 yıl önce taraflardan birinin bir önbildirim bulunması durumunda,sözleşmenin 2 yıl sonra bütün taraflar için sona ermesi gerekir.Bu 20 yıllık süre (1956\\\'da) dolmuştur ve taraflardan hiçbiri sözleşmeyi feshetme hakkını kullanmamıştır.Dolayısıyla sözleşme hala yürürlüktedir.20 yıllık süre dolduğuna göre sözleşme feshin ihbar edildiği tarihten 2 yıl sonra yürürlükten kalkar.Sözleşmenin feshedilmesi durumunda taraflar yeni Boğazlar rejimin saptamak (yeni bir sözleşme) üzerine bir konferansa katılmayı taahhüt etmişlerdir.28.maddenin 2 paragrafında ,sözleşmenin 1.maddesinde kabul edilen geçiş serbestliği ilkesinin süresiz olduğu hükmü yer alır.yani , Montrö sözleşmesi yerine başka bir sözleşme yapılmadan ortadan kalksa bile boğazlardan geçiş serbestliğinin ilke olarak sürmesi gerekecektir.Böylece,taraflar uluslararası örf ve adet hukukun öngördüğü geçiş serbestisi ilkesinin tutmak niyetinde olduklarını belirtmişleridir.Buna rağmen,antlaşmalar hukukuna göre(Viyana Antlaşmalar Hukuku Söz.mad .39) Montrö Sözleşmesine taraf devletlerin oy birliğiyle bu ilkenin değiştirilmesi veya bundan vazgeçilmesi (çok zor da olsa) mümkündür.
   Sözleşmenin bir bölümün değiştirilmesine ilişkin izlenecek usul 29.maddede düzenlenmiştir.Buna göre,sözleşmenin yürürlüğe girmesinden başlayarak her 5 yıl sürenin sonunda,taraflardan her biri,sözleşmenin bir veya birkaç maddesinin değiştirilmesini önerebilir.Bu öneriyi,kural olarak iki sözleşmeye taraf devletin desteklemesi gerekir.Fakat öneri,boğazlardan geçecek savaş gemilerin,sayı ve tonajlarına ilişkin 14.maddenin ve savaş gemilerinin(Karadeniz\\\'e kıyısı olmayan) Karadeniz ‘deki durumunu düzenleyen 18.maddenin değiştirilmesine ilişkin ise,taraf devletlerden birisi tarafından desteklenmesi yeterlidir.
   Sözleşme Hükümlerinin öncelikle diplomasi yoluyla değiştirilmesi yoluna gidilebilir.Çözüm bulunmazsa taraflar bu konuya ilişkin bir konferansa katılmayı taahhüt etmişlerdir.
   Sözleşme hükümlerinin konferansta değiştirilmesi için,karar olarak,tarafların oy birliği aranır.Ancak sözleşmenin 14.ve 18. maddelerinin değiştirilmesi için tarafların dörtte üçünün olumlu oy vermesi yeterlidir.Bu çoğunluk özel bir çoğunluktur.Türkiye dahil Karadeniz\\\'e kıyıdaş olan devletlerinin en az üçünün bu çoğunluk içinde bulunması gerekir.Böylece savaş gemilerinin boğazlardan geçişinin ve Karadeniz\\\'deki durumlarını düzenleyen hükümlerin değiştirilmesinde Türkiye\\\'ye veto hakkı tanınmış olmaktadır.Bu hükümlerin Türkiye\\\'nin olumlu oyu olmadan değiştirilmesi mümkün değildir.Sözleşmede bu usul uygulandığından henüz bir değişiklik yapılmış değildir.
Türkiye\\\'nin Kazanımları
Sözleşme Türkiye\\\'ye eski düzenlemeler ile kıyaslanamayacak düzeyde kazanımlar sağlamıştır. her şeyden önce Türkiye kendi güvenliği için bölgeyi silahlandırma hakkına sahip olmuştur. Bu sayede uluslararası güç dengelerinde Türkiye, İngiltere ve SSCB başta olmak üzere diğer güçler tarafından da daha fazla önemsenir bir hale gelmiştir. Türkiye bu önemini daha sonraki diplomatik manevralarında kazanıma döndürmeyi bilmiştir. Ticaret gemilerinde mutlak geçiş serbestisi varsa da, bölgenin egemen gücü olarak Türkiye deniz yollarından geçişin güvenli olması konusunda elbette bazı haklara sahiptir ve bu haklar aslında pratikte Türkiye\\\'ye geçişleri çok daha güçlü bir şekilde düzenleme imkanını da vermektedir.³

 Şimdiki Durum
Türkiye\\\'nin 1941 ve 1944 yılında Ticaret ve Yardımcı Gemi kisvesiyle geçiş yapan bazı Alman ve İtalyan savaş gemilerine geçiş izni vermesi ve bu durumun İngiliz İstihbaratınca tespit edilmesi, Türkiye-Sovyet Rusya ilişkilerinde bir güvensizlik durumu yaratmış ve Türk Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu istifa etmek zorunda kalmıştır. Bunun ardından Sovyetler Birliği, Boğazlar Rejimini düzenleyen Montrö Sözleşmesinin tadili isteklerini Tahran ve Postdam Konferanslarında gündeme getirmiştir. İlaveten, Türkiye\\\'ye 7 Ağustos 1946 tarihinde bir nota vererek;
Montrö Sözleşmesinin Karadeniz Devletlerinin güvenliğini sağlayamadığını iddia etmiştir. Bu durumda, Boğazlar Rejiminin Türkiye ve Karadeniz\\\'de kıyısı olan devletlerce müştereken yürütülmesini isteyerek, boğazların Türkiye ve Sovyetler Rusya ile birlikte ortak savunulmasını talep etmiştir. Ancak Türkiye, Sovyet Rusya\\\'nın bu notasını bağımsızlığına yönelik bir saldırı olarak nitelemiş ve reddetmiştir.
ABD\\\'nin Sovyetler Birliğinin çökmesinin ardından; o zamana değin Doğu Blokunu kuşatma (Çevreleme) stratejisi yerine, Dünyanın Kalbine (Heartland) oturma ve (Ortadoğu dahil) Avrasya\\\'ya hakim olma stratejisini yürürlüğe koyduğunu biliyoruz. Demokrasi, Özgürlük, İnsan Hakları, Serbest Pazar Ekonomisi sloganlarıyla uygulanmak istenen bu stratejiyle; enerji kaynaklarını, enerji yolları ve terminallerini ve de öteki doğal kaynakları ABD\\\'nin doğrudan kendi denetimi altına almak istediği, kimsenin meçhulü değildir.
Dünyada ve Karadeniz\\\'de dengeler değiştikçe ABD, muhtemelen NATO\\\'yu da kullanarak, bu denizde varlığını göstermek isteyecektir. Bu, ABD\\\'den bağımsız politikalar gütmek isteyen Rusya Fedarasyonu\\\'nu yumuşak karnından (Karadeniz\\\'den) yakalayarak kontrol etmek; Ukrayna\\\'da güç kazanmak; Kafkasya\\\'yı Rusya\\\'dan koparmak; Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP) kapsamında, İran üzerindeki tehditlerini Karadeniz üzerinden artırmak amaçlarına yönelik olabilir. Ancak, ABD Montrö\\\'yü delmedikçe Karadeniz\\\'e giremez. Girse de sürekli kalamaz. ABD, Montrö Sözleşmesiyle Boğazlar\\\'ın egemenliğine sahip bulunan Türkiye\\\'nin olurunu almadıkça, Avrasya\\\'ya hakim olma stratejisinin önemli bir adımı olan \\\"Karadeniz\\\'de sürekli bir donanamaya sahip olmak\\\" hedefine ulaşamaz. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde ABD\\\'nin Karadeniz\\\'de etkin bir deniz gücü bulundurabilmek için, Türkiye\\\'nin kapısını aşındıracağı ve Montrö Sözleşmesiyle sağlanan Karadeniz ve Boğazlar Rejimini zorlayacağı değerlendirilmektedir.
Montrö Sözleşmesinin feshi istenir de, müzakerelerde bir anlaşma sağlanamazsa, durum bir kaosa dönüşebilir. Bu durum ne Türkiye\\\'nin, ne Rusya Federasyonunun ve ne de Karadeniz\\\'de kıyısı bulunan diğer ülkelerin yararına olur. Böylece, Karadeniz\\\'deki barış ve güvenlik tehlikeye girer. Bu denizde gerginleşebilecek ABD-Rusya Federasyonu ilişkileri, en çok da Türkiye\\\'nin ulusal güvenliğini tehdit eder.
Sözleşmenin tadili önerisi ise; Türkiye\\\'nin ABD\\\'yi ikna, gerekirse direnme yöntemlerini kullanmasıyla, bunlarla etkili olamazsa, nihai aşamada Veto hakkını kullanmasıyla önlenebilir. Ancak, bu konuda Rusya Federasyonu\\\'nun güçlü desteği şarttır. Çünkü, bu onlar için yaşamsal bir konudur.
Türkiye tüm olasılıkları düşünerek; çözüm için hareket tarzları oluşturmalıdır. Bu hareket tarzlarının en doğrusu; mevcut Boğazlar Rejiminin korunmasıdır.

 SONUÇ
Bugün de Hazar Denizi bölgesi ya da bir diğer adıyla 2. Basra Körfezi denilen bölgedeki zengin petrol kaynakları yüzünden, Montrö Sözleşmesi yeniden masaya yatırılmak istenmektedir. Bunun için kullanılan yöntem; \\\"bugün artık geçiş serbestisi Türkiye\\\'nin işine gelmiyor, şu Montrö\\\'yü yeniden konuşsak\\\" şeklinde son derece masum bir amaç olarak çoklukla dile getirilmektedir. Ancak asıl amacın Karadeniz\\\'e dev uçak gemileri geçirerek burayı Basra Körfezi örneğinde olduğu gibi kontrol altına almak olmadığından emin olmak o kadar kolay değildir.
Montrö Sözleşmesi Boğazlardan uçak gemisi geçmesini yasaklamaktadır. Dolayısıyla Karadeniz ülkelerinin ve Türkiye\\\'nin yararına olan Montrö Sözleşmesinin olduğu gibi devam etmesi Türkiye\\\'nin çıkarına olacaktır. Yine de stratejik önemi soğuk savaş sonrasında azalmamış tam tersine daha da artmış olan Karadeniz ve onun kapısı durumundaki Türk Boğazları üzerine kurulan stratejiler ve oynanan oyunlar tarih boyunca bitmediği gibi, bugünden sonra da devam edecektir



Kaynakça:

 -Uluslararası Hukuk  - Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı
 -Uluslararası Deniz Hukuku –  Doç. Dr. Selami Kuran
 -http://tr.wikipedia.org/wiki/Bo%C4%9Fazlar_Sorunu
 -http://www.bilgininadresi.net/Madde/7065/-Montreux-(montr%C3%96)-Bo%C4%9Eazlar-
 -http://tr.wikipedia.org/wiki/Montr%C3%B6_Bo%C4%9Fazlar_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi

36
Ankara Hukuk / U.Özel Hukuk Pratik Çalışma Soruları
« : Nisan 27, 2009, 08:57:57 ÖS »
PRATİK KUR ( 1)
                  30 Nisan 2009

(Yeni MÖHUK hükümleri dahilinde soruları yanıtlayınız!)

İstanbul 6. Sulh Hukuk Mahkemesi, E.2002/500, K. 2002/1616, T.18.12.2002:
Davacı: \\\"Şefkat Rahibeleri Hayır Kurumu adına Marie Louis le Mauf\\\"
Davalı: Emine Kalpak
Davalı 1.5.1995 başlangıç tarihli sözleşme ile davacıya ait Bebek semtinde yer alan taşınmaz malı kiralamış; daha sonra davacı ödenmekte olan 1500 YTL aylık kira ücretinin 1.5.2002 tarihinden itibaren aylık 3000 YTL\\\'ye hükmedilmesini talep etmiştir. Dava aşamasında davalı kira sözleşmesini, Sir Ragel isimli şahıs ile yaptığını sözlü olarak beyan etmiş ve sözleşmenin bir örneğini mahkemeye sunmuştur. Bu kira sözleşmesinde, kiralayan Filles de la Charite, kiracı Emine Kalpak olarak gözükmekte ve ihtilaf halinde kiralayanın tabiiyetinde bulunduğu \\\"Fransız hukuku\\\"nun uygulanacağı hükmü yer almaktadır. Davalının sözlü beyanına göre kiracı adına Sir Ragel isimli şahıs sözleşmeyi imzalamıştır. Dava dilekçesinde ise davacı yerinde \\\"Şefkat Rahibeleri Hayır Kurumu\\\" adına Marie Louis le Mauf\\\" isimli şahsın yer aldığı, bu kişinin davacı vekiline vekaletname verdiği görülmüştür.
1.   Dava konusu ve hukukî sebebi belirleyiniz!
2.   Davanın taraflarını, temsil ilişkisini de dikkate alarak  belirleyiniz!
3.   Davanın açılacağı milletlerarası yetkiyi haiz Türk  mahkemesini tayin ediniz!
4.   Davacının, teminat yatırmamış olması davayı nasıl etkiler!
5.   Davacı, taşınmaz malın kira bedelini artırmayı hangi hukuka göre talep edebilir?

2HD., E.2005/7729, K.2005/10050, T. 27.6.2005:
Davacı: Majid Abdi,
Davalı: Ayşe Tılmaz
Temyiz eden: Cumhuriyet Başsavcılığı
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu\\\'nun 305. maddesinin 1. fıkrasına göre, bir küçüğün evlat edinilmesi , evlat edinen tarafından 1 yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olmasına bağlıdır. Dosya içeriğinden Kanada\\\'da ikamet ettiği anlaşılan davacının küçükler Merve ve Mehmet\\\'e 1 yıl süre ile baktığı ve eğittiği konusunda herhangi bir delili bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, TMK. md. 316\\\'da öngörüldüğü biçimde, evlat edinenin ve evlatlığın kişiliği, sağlığı, karşılıklı ilişkileri, ekonomik durumları...hususları araştırılmış olsa idi, [ilgilinin uyuşturucu kullandığı ortaya çıkacaktı... Maddede belirtildiği biçimde taraflarla görüşülüp, gerekli araştırma yapılmaksızın evlat edinmeye karar verilmiş olması yerinde değildir.
1.   Milletlerarası yetkiyi haiz Türk mahkemesini tayin ediniz.
2.   Evlat edinme ilişkisine uygulanacak yetkili hukuku tayin ediniz.
3.   Mahkemenin dayandığı her iki gerekçeyi de tahlil ediniz!

18 HD.,  E.1997/1496, T. 25.2.1997:
Davacı: Muzaffer Kırgız
Davalı :Nüfus Müdürlüğü
Davacı, 1995 yılında Zürich\\\'te İsviçre vatandaşı Helene Brigitte Vollenweider ile evlendiğini, bu evlilikten önce aynı yıl, Zürich Nüfus İdaresine eşi ile birlikte müracaat ederek eşinin soyadını taşımasına izin verildiğini ve aile soyadlarının bu suretle artık eşinin soyadı Vollenweider  olduğunu, halen ikamet ettiği İsviçre\\\'de bu soyadını taşıdığını, ancak Türkiye\\\'de nüfus kaydında halen Kırgız soyadının yer aldığını ileri sürerek, İsviçre Medenî Kanunu\\\'nun 30/2. maddesine dayanarak nüfus kaydındaki Kırgız soyadının Vollenweider olarak değiştirilmesini talep etmiştir. Mahkeme, böyle bir davanın ancak (Nüfus Kanunu\\\'nun 46. maddesine) dayanılarak açılabileceği ile, ...açılan davada kamu düzeninin yasaya yansıması sonucu davaya Cumhuriyet Savcısı ile Nüfus İdaresi temsilcisinin kamu adına davaya birer mahkeme rüknü olarak katılmaları keyfiyetini gerekçe göstererek bu davada Uluslararası Özel Hukuk hükümlerinin uygulanamayacağına;...kamu düzeni olgusunun tartışılamayacak kadar açık olup; 2675 sayılı Kanunun 5. maddesinin dahi böyle bir davanın görülmesine engel teşkil edeceğine; sonuç olarak içinde yabancılık unsuru bulunmayan bu davada, Türk Medenî Kanunu\\\'nun 26 ve 153. maddelerine göre, talebin değerlendirilerek reddedilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Mahkeme kararını tartışınız!



PRATİK KUR (2)
                           08 Mayıs 2009

\\\"...Davalı vekili, davacı şirketin şubat 2008 günlü yazılı başvurusu ile, müvekkili firmaya deri bayan mantosu satmayı teklif ettiğini, örneklerin beğenilmesi üzerine mart 2008 günlü sipariş formu ile 1200 adet manto ısmarladığını, davalının da nisan 2008 tarihli yazısıyla siparişi ve satın alma şartlarını teyit ettiğinden, mal bedeli 102.000 euro ‘nun akreditif yoluyla davalıya gönderildiğini, malların temmuz 2008 tarihinde teslim alındığını, ancak gönderilen örneklerin model ve renk yönünden uygun olmadığının anlaşıldığını, durumun ağustos 2008 tarihinde teleksle davalıya bildirildiğini, varılan uzlaşma sonucu ayıplı malların müvekkili tarafından davalı adına satılmasının kararlaştırıldığını ve 20.400 euro\\\'ya satıldığını, kalan 81.600 euro\\\'nun iade olunmadığını, taraflarca uyuşmazlıkta Alman kanunlarının uygulanacağının kabul edildiğini belirterek, TL karşılığı 428.400 TL\\\'sının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.....\\\" Davalı vekili savunmasında, davacı firmanın ikametgahının yurtdışında olduğundan teminat göstermesi gerektiğini ilk itiraz olarak ileri sürmüş.....uyuşmazlığın çözümünde Alman hukukunun uygulanma olanağının bulunmadığını, zira sipariş formunda müvekkilinin imzası bulunmadığını, malların numuneye göre teslim edildiğini ve süresinde muayene ettirilmediğini, .....müvekkili şirketin satma isteğinde bulunmadığını ve isteğin de zaten zamanaşımına uğramış olduğunu iddia edere  davanın reddini talep etmiştir.  ....\\\" Mahkemece, zamanaşımı def\\\'inde bulunmanın kendisi, kamu düzenini ilgilendirir nitelikte değildir;  davalı tarafın ihtiyarında olan bir husustur. Ancak, lex fori\\\'nin tayin ettiği azami zamanaşımı süresi amir bir hükümdür. Bu nedenle lex fori\\\'nin gösterdiği zamanaşımı süresinden daha fazla bir süre tespit eden (2 yıl), Alman Medenî Kanunu\\\'nun uygulanması istenemez. Türk Borçlar Kanunu\\\'nun 127. maddesi gereğince satılan malın ayıbından doğan davalar, ayıp daha sonra meydana çıksa bile malın alıcıya tesliminden itibaren 1 yıl geçmekle sona erer ve bu süre sözleşmeyle uzatılamaz.  Bu süre TTK. md.25/4 uyarınca tacirler bakımından da 6 aydır. O halde uygulanması gereken zamanaşımı süresi teslimden itibaren 6 aydır. Dava dilekçesinde, malların 2008 yılında teslim edildiği ve davanın 2009 yılında açıldığı anlaşıldığından, olayda zamanaşımı gerçekleşmiştir.
Sorular:
1.   Dava konusu hukukî ihtilafı vasıflandırınız?
2.   Yabancı unsurlu bu hukukî ihtilafın esasına uygulanacak hukuku tespit ediniz:
a.   Yapılan hukuk seçimi geçerli midir?
b.   taraflarca hukuk seçimi yapılmamışsa esasa uygulanacak hukuk nasıl tayin edilir?
3.   Tarafların ehliyetine uygulanacak hukuku tayin ediniz? Alman hukukunda bu tür hukukî muamelelerin temsilci vasıtası ile yapılmasının mümkün olmamasının tarafların ehliyetine etkisi nedir, tayin ediniz?
4.   Hukukî muamelenin şeklî geçerliliğine uygulanacak hukuku tayin ediniz?
5.   Milletlerarası yetkiyi haiz Türk mahkemelerini tayin ediniz!
6.   Davalı tarafın teminat yatırılmasına dair ilk itirazını değerlendiriniz!
7.   Davalının zamanaşımının gerçekleştiği hakkındaki iddiası ile mahkemenin gerekçesini tartışınız!
                  Prof.Dr. Fügen SARGIN

37
Ankara Hukuk / Kıymetli Evrak Hukuku Pratik Çalışma Soruları
« : Nisan 27, 2009, 08:52:33 ÖS »
I.
HGO Bankası Cebeci Şubesi
Hesap no: 4205-3631922
     İşbu çek mukabilinde Bay Lütfi Libasçı\\\'ya 10.000 TL ödeyiniz.
     Kasım Kabataş
     Ankara, 15.7.2009          
      (imza)



    Sahaf Kasım Kabataş, satın aldığı 200 adet değerli kitap karşılığında kolleksiyoner Lütfi Libasçı\\\'ya yukarıda metni verilen senedi düzenleyerek, 2.4.2009 tarihinde teslim etmiştir.

Lütfi Libasçı senedin arka yüzüne attığı imzanın ardından senedi, 10.4.2009 tarihinde, iki yıllık kira bedeli karşılığında, Hülya Hüzün\\\'e teslim etmiştir.

Hülya Hüzün, senedi 12.4.2009 tarihinde ödenmek üzere HGO Bankası Hopa Şubesi\\\'ne ibraz etmiştir.

a) Yukarıda metni verilen çeki, ihtiva ettiği zorunlu ve ihtiyarî unsurlar bakımından değerlendiriniz.
b) Hülya Hüzün, senedin meşru hamili midir? Neden?
c) Hülya Hüzün, yılların verdiği alışkanlık ile, çeki bankaya ibraz etmeden önce HGO Bankası\\\'na ciro etmiştir. Bu cironun hükmü nedir? HGO Bankası, çeki yeniden ciro edebilir mi? Neden?
d) HGO Bankası Hopa Şubesi\\\'nde görevli Selim Işık, ibraz edilen çek bedelini ödemeli midir, neden, nasıl?
e) Kasım Kabataş, Lütfi Libasçı\\\'dan satın almış olduğu en değerli kitabın, aslında Lütfi Libasçı\\\'nın iddia ettiği tarihte basılmamış olduğunu fark etmiş olsa, Kasım Kabataş\\\'a ne yapmasını önerirsiniz?
f) Hülya Hüzün, senedi devraldıktan hemen sonra kaybetmiş olsa, kendisine ne yapmasını önerirsiniz?

II. Zengin ve itibarlı bir aileden gelen Kasım Kabataş, adeti olduğu üzere 1 Nisan 2009 gecesi kumar oynamış üzerindeki tüm nakit parayı kaybetmiştir. Usta bir kumarbaz olan Lütfi Libasç\\\'nın bir bono düzenleyerek son bir oyun daha oynaması için kendisini ikna etmesi üzerine, alkolün de etkisinde olan Kasım Kabataş, Lütfi Libasçı lehine 50.000 T.L\\\'lik bir bono düzenlemiş ve senedin üzerine \\\"ciro edilemez\\\" kaydı koyduktan sonra senedi masaya bırakmış, oyunu kaybetmiş ve evine gitmiştir.

Lütfi Libasçı, 6.4.2009 tarihinde bürosunda çalışırken Hikmet Hiçyılmaz elindeki bonoyu ödenmek üzere Kasım Kabataş\\\'a ibraz etmiştir.

a) Senet Hikmet Hiçyılmaz\\\'ın eline nasıl geçmiş olabilir?
b) Kasım Kabataş\\\'ın yerinde olsa idiniz, bu bononun bedelini öder miydiniz? Neden?

III.  Kasım Kabataş tarafından düzenlenerek Lütfi Libasçı\\\'ya teslim edilen çekin metni ve arka yüzü aşağıda gösterildiği gibidir.

HGO Bankası Yenişehir Şubesi
Hesap no: 4208-3651322
       İşbu çek mukabilinde hamiline 15.000 TL ödeyiniz.
       Kasım Kabataş                            Ayla Arın
       20.4.2009, Ankara                           (imza)
               (imza)
      Ceren Candan’a ödeyiniz (L. Libasçı-imza)

Ceren Candan-imza

Cumhur Yeniden-imza

         
Aşağıdaki ihtimalleri birbirinden bağımsız olarak değerlendiriniz.
a) Hamide Hakyemez bu çeki 19.5.2009 tarihinde HGO Bankası Kaş Şubesi’ne ödenmek üzere ibraz etmiş, ancak çek bedeli ödenmemiştir. Neden?
b) Hamide Hakyemez, bu çeki teslim aldığının ertesi günü, HGO Bankası Yenişehir Şubesi\\\'ne ödenmek üzere ibraz etmiş, ancak çek karşılığı olmadığı gerekçesi ile ödenmemiştir. Hamide Hakyemez\\\'in başvurabileceği hukuki imkanları açıklayınız

 28.IV.2009

38
Meslektaşların Sorunları / Meslektaşlarımızdan Destek
« : Mart 15, 2009, 11:23:46 ÖS »
Ülkemizin içinde bulunduğu kriz ortamı,işsizlik vs. tüm maddi problemler göz önünde bulundurulduğunda,ailelerin ne kadar zor durumda olduğunu ,çocuklarının okuması için ne kadar çaba sarfettiklerini,birçok öğrencinin ne kadar zor şartlar altında okumaya çalıştığını hepimiz biliyoruz.Bu durumda öğrenciler burs desteği alarak,ya da bir işe girerek hem farklı bir şehirde okumaya hem de yaşamaya çalışıyorlar.Bir de hukuk fakültesinde okumak,oldukça zor,dersler oldukça ağır.Böyle bir durumda öğrencilerin bir işe girme ve aynı zamanda derslere adapte olması neredeyse imkansız..

Neyse gelelim asıl konuya,bana gelen özel mailde kocaeli hukukta okuyan bir son sınıf öğrencisi,ailesinin şuan içine düştüğü maddi sıkıntı nedeniyle eğitimimme ara verme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu yazmış..Bu yazıyı,duyarlı meslektaşlarımıza bir çağrı olarak yazıyorum.İlgilenen,yardım ederek ya da burs vererek bu öğrencinin eğitimine devam etmesini sağlayacak olanlar;anasayfamızda yer alan iletişim adreslerine mail atarak bize ulaşabilirler..

İletişim adresleri:
ahmet@hukukevi.net
aysun@hukukevi.net

39
Ankara Hukuk / Cvp:4/A SINIFI İCRA VE İFLÂS HUKUKU SINAV SORULARI
« : Mart 12, 2009, 12:29:00 ÖÖ »
Ejder hoca malesef kolay sormuyor,ben güzel anlatıyor ve sınav sorularının cevapları kitabında yer alıyor dedim ki bu doğru .Yaklaşık 900 sayfalık kitabı 4,5 kez okuduğunda, sınavda sorulan soruların cevaplarını kolaylıkla hatırlayabilirsin :) %10 gibi komik bir oranla etkili olduğu yukarki vize sınavı,yine kolay sayılırdı,ama finalde çok zorladığı ve çoğu kişinin kaldığı da bir gerçek..Yani dersimiz kolay falan değil malesef..Ama önemsenirse yapılabilir diye düşünüyorum,her ders için geçerli olduğu gibi.

40
Ankara Hukuk / Cvp:4/A SINIFI İCRA VE İFLÂS HUKUKU SINAV SORULARI
« : Şubat 12, 2009, 08:11:17 ÖS »
Ejder Yılmaz hocamız sağolsun,hem güzel anlatıyor,hem de sorduklarının hepsinin cevaplarını kendi kitabından veriyor.Yani kitabına çalışmak yeterli oluyor.Zaten anlamadığım nokta,bazı hocalar neden cevabını bulmanın işkence olduğu sorular sormaktan hoşlanırlar.Ders anlatırken,öğrenciyi düşünmeye zorlamak için yapıyorlar,ancak sınavda böyle yapmalarını çok saçma buluyorum.Sonuçta onlar bize öğretmek için ordalar ve öğrettiklerini sormalılar,oysa cevapsız sorularla zorlamaktan zevk alıyorlar..

41
Ankara Hukuk / 4/A SINIFI İCRA VE İFLÂS HUKUKU SINAV SORULARI
« : Ocak 12, 2009, 06:29:35 ÖS »
OLAY: Ankara\\\'da oturan ( B ), tatil için gittiği Alanya\\\'da, araba kiralama işiyle uğraşan (A)\\\'dan, bir otomobil kiralamış; beş günlük kiralama ücretini de peşin olarak ödemiştir. Taraflar arasında imzalanan sözleşmede ihtilaf halinde de Ankara mahkemeleri ve icra dairelerinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Aracı yirmi gün kullanan ( B ), teslim anında son onbeş günlük kira bedelini ödememiş, bunun üzerine bir ay bekleyen (A), genel haciz yoluyla takip yapmak üzere Alanya icra dairesine başvurmuştur.
 
1) (A)\\\'nın takip talebini alan icra müdürünün, işlerinin yoğun olduğu gerekçesiyle, uzun süredir ( B )\\\'ye ödeme emri göndermediğini varsayalım. (A)\\\'ya ne yapmasını önerirsiniz?  (15 puan)
 
Takip talebini alan icra dairesi, bir ödeme emri düzenleyerek, bunu takip talebinden itibaren en geç üç gün içinde borçluya tebliğe göndermesi gerekir (m. 61, I). (A)\\\'nın takip talebine rağmen icra müdürü ödeme emri düzenleyip göndermiyorsa, (A), hakkın sebepsiz yere sürüncemede bırakılması gerekçesiyle, icra mahkemesinde, dilekçe ile ya da sözlü olarak şikâyet yoluna başvurmalıdır. Başvuru gerekçesi,  süresiz şikâyet sebebidir (m. 16, II). Şikâyet kendiliğinden icrayı durdurmaz (m. 22). (Baki Kuru/Ramazan Arslan/Ejder Yılmaz, İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, 22. B., Ankara 2008, s.66, 68, 70).
 
2) ( B )\\\'nin kendisine ödeme emri tebliğ edildiğinde, geçirdiği trafik kazası nedeniyle hastanede yoğun bakımda yatmakta olduğundan kanuni süresinde ödeme emrine itiraz edemediğini varsayalım. ( B )\\\'nin daha sonra başvurabileceği bir yol var mıdır? Varsa, bu yola hangi sürede, nerede ve nasıl başvuracaktır? (15 puan)
( B ), 7 gün içinde ödeme emrine itiraz edemeyecek ve kendisine bir vekil atayamayacak derecede ağır hasta olduğundan, iyileştikten  sonra 3 gün içinde icra mahkemesine gecikmiş itirazda bulunur (m. 65). Gecikmiş itirazda bulunan ( B ), hem 7 gün içinde itiraz etmesine engel olan mazeretini ve bunun delillerini, hem de itirazını (ve  sebeplerini) bildirmelidir. (İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı s.152-156)
 
3) Ödeme emri kendisine tebliğ edilen ( B ), aşağıdaki iddiaları, hangi sürede, nerede ve nasıl ileri sürebilir? Söz konusu iddiaların hukuki niteliklerine ve takibe etkilerine de değinerek gerekçeli olarak açıklayınız.
a)      Alanya icra dairesi yetkisizdir; yetki sözleşmesi gereği, takibin Ankara icra dairesinde yapılması gerekir. (10 puan)
 
( B )\\\'nin bu iddiası, yetki itirazı olup hukuki niteliği itibariyle borca itiraz sayılır. ( B ), bu itirazını (m. 50, II, c.1), ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde dilekçe ile veya sözlü olarak ve yetkili icra dairesini göstererek bildirecektir (m. 62, I). Yetki itirazı, kural olarak ödeme emrini gönderen (takibin yapıldığı) icra dairesine (Alanya İcra Dairesine) yapılır. Fakat, ( B ), takibin yapıldığı icra dairesinden başka bir icra dairesine (örneğin yerleşim yeri olan Ankara İcra Dairesine) de itirazını bildirebilir. Yasal süresi içinde ve usulüne uygun biçimde yapılan yetki itirazı, icra takibini kendiliğinden durdurur (m. 66, I). Somut olay bakımından, ( B )\\\'nin yetki itirazı haksızdır. Zira, yetki sözleşmesi, kanunen yetkili olan genel ve özel yetkili icra dairelerinin yetkisini kaldırmaz. Alanya icra dairesi ise, hem sözleşmenin yapıldığı yer hem de sözleşmenin ifa yeri icra dairesi olarak yetkilidir. (İcra ve İflâs Ders Kitabı s. 115-120, 145)
.
b)      Alacaklıya borcum bu kadar değildir. (10 puan)
 
Borçlu, kısmî itirazda bulunmak istemiştir. Ancak genel ifade kullanılarak yapılan bu itiraz geçerli değildir. Çünkü borcun bir kısmına itiraz eden borçlu, itiraz ettiği borç miktarını itirazında ayrıca ve açıkça belirtmek zorundadır. Bu halde borçlu itirazında, itiraz ettiği alacak miktarını açıkça göstermediğinden hiç itiraz etmemiş ve takip borçlu hakkında kesinleşmiş olarak kabul edilir (m. 62, IV). (İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı s. 148-149)
 
 
 
 
 
c)      İtiraz ediyorum. (10 puan)
 
Bu halde ( B ), borca itiraz etmiş sayılır. Bu itirazı, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 7 gün içinde, yazılı ya da sözlü olarak,kural olarak ödeme emrini düzenleyen (takibin yapıldığı) icra dairesine (Alanya İcra Dairesine)  yapmalıdır. Fakat, ( B ), takibin yapıldığı icra dairesinden başka bir icra dairesine (örneğin yerleşim yeri olan Ankara İcra Dairesine) de itirazını bildirebilir. Yasal süresi içinde ve usulüne uygun biçimde yapılan İtiraz ile icra takibi kendiliğinden durdurur. İtirazında sebep bildirmediğinden itirazın kesin kaldırılmasında, icra mahkemesinde, ancak alacaklının dayandığı senet metninden anlaşılabilen borca itiraz sebeplerini ileri sürebilir (m.63). Buna karşılık senet metninden anlaşılmayan itiraz sebeplerini (imzaya itiraz, takas, alacaklının süre verdiğini, takip konusu senedin muvazaa ile verildiğini vs.) ileri süremez. (İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı s. 145, 150, 151, 155-156, 146-147)
 
4) Ödeme emrinin kesinleşmesi üzerine ( B )\\\'nin, borcunu (A)\\\'ya, (A)\\\'nın işyerinde ödediğini; buna rağmen (A)\\\'nın takibe devam ederek ( B )\\\'nin mallarının haczedilmesini talep ettiğini varsayalım. Bu durumda, ( B )\\\'ye ne yapmasını önerirdiniz? Gerekçeli olarak açıklayınız. (15 puan)
 
Bu durumda ( B ), borcun itfa sebebiyle sona erdiğini belirterek icra dairesinin tabi bulunduğu icra mahkemesinden icra takibinin tamamen iptalini isteyebilir (m.71,I). ( B )\\\'nin bu talebinin kabul edilebilmesi için onun elinde borcun itfa edildiğine dair imzası noterlikçe onaylı bir belge veya imzası alacaklı tarafından ikrar edilen belge olmalıdır. ( B ), bu belgelerden biriyle iddiasını ispatlarsa takibin iptaline karar verilir ve iptal kararının kesinleşmesinden sonra o ana kadar yapılan işlemlerin tümü iptal edilir. Borçlunun takibin iptali için icra mahkemesine başvurması icra takibini durdurmaz ve icra mahkemesi, bu konuda vereceği karara kadar takibin durdurulması hakkında bir ihtiyati tedbir kararı da veremez (m.72,III kıyasen). (İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı s. 1208-210)
 
 
5) İtiraz ile şikâyet arasındaki farkları, her bir müesseseyi ayrı ayrı anlatmadan sadece sayınız. (25 puan)
 
İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı s. 157-158.

42
Genel Hukuk Konular / Cvp:Hukukta Yabancı Dil
« : Aralık 06, 2008, 10:28:28 ÖS »
ingilizce öğrenmek,tam emek isteyen bir iş,çok iyi bilmek gerek..özellikle de iş hayatında kullanmaktan bahsediyorsak..sadece derdimizi anlatacak kadar bilmek,bize iş hayatında bir fayda sağlamayacaktır.İngilizcenin daha çok kullanım alanı olduğundan bu dili öğrenmenin bize daha çok fayda getireceğini düşünüyorum.Farklı bir dili öğrenmek de,diğerlerinden farkımızı ortaya koyacaktır.

43
Ankara Hukuk / İcra ve İflas Hukuku Pratik Çalışması
« : Aralık 03, 2008, 03:07:59 ÖÖ »
Olay:
İzmir\\\'de ticaret yapan A,Çeşme\\\'de tatil yaparken tanıştığı ve Ankara\\\'da oturan B\\\'ye 50.000 YTL borç vermiş ve karşılığında vadeli bir senet almıştır.Senette,Ankara mahkeme ve İcra Dairelerinin yetkili olacağı yazılıdır.B,vadesinde borcunu ödememiştir.Bunun üzerine A,genel haciz yoluyla icra takibi başlatmıştır.
Sorular:

1.Bu icra takibi için yetkili icra daireleri hangileridir?Neden?
2.A,takip talebinde alacağının dayanağı olarak \\\"5.8.2008 tarihli senet\\\" ibaresini yazmış,ancak senedi takip talebine eklememiştir.Bunun bir önemi var mıdır?İcra dairesinin kendisine ödeme emri gönderdiği B\\\'ye ne yapmasını önerirdiniz?Neden?Açıklayınız.
3.B,ağır hastalığı sebebiyle süresi içinde itirazda bulunamazsa,itiraz süresi geçtikten sonra da itirazda bulunabilirmi?açıklayınız.
4.B,ödeme emrine karşı,\\\"borcum yoktur,borcumu ödedim,itiraz ediyorum\\\" şeklinde 5.11.2008\\\'de itiraz etmiştir.
 a.Duran icra takibine devam edebilmesi için A\\\'ya hangi yolu veya yolları tavsiye edrdiniz?neden?
 b.A\\\'nın itirazı kesin kaldırma yoluna başvurduğunu farzedelim,
   ba.A,itirazın kesin kaldırılması yoluna 2.7.2009\\\'da giderse,icra mahkemesi nasıl bir karar vermelidir?
   bb.İtirazın kesin kaldırılması talebinin süresinde yapıldığını vrsayalım.Bu durumda A,aşağıdaki belgelere dayanabilir mi?
  -adi senede dayanabilir mi?
  -senet fotokopisine dayanabilir mi?
   bc.B,itirazın kesin kaldırılması sırasında icra mahkemesinde aşağıdaki iddialarda bulunursa bunların sonucu ne olur?
  -adi senedin sahte olduğu
  -senedin zamanaşımına uğradığı
 c.İtirazın kesin kaldırılması yoluna başvuran A,bu yolu bırakarak,itirazın iptali yoluna giidebilir mi?
 d.A,itirazın kendisine tebliğinden itibaren 1 yıl geçtikten sonra itirazın iptali talebiyle dava açarsa mahkeme nasıl bir karar vermelidir?
5.B,ödeme emrine karşı \\\" adi senet altındaki imza bana ait değildir\\\" şeklinde itiraz etmiştir.
  a.Duran icra takibine devam edebilmesi için A\\\'ya hangi yolu veya yolları tavsiye edersiniz?Neden?
  b.Alacaklı icra mahkemesinde itirazın geçici kaldırılması yoluna başvurursa ve B mahkemedeki duruşmaya gelmezse bunun sonucu nedir?
  c.İcra mahkemesi itirazın geçici kaldırılmasını kabul ederse,B,takibin devam etmesini engellemek için ne yapabilir?
  d.A\\\'nın itirazın iptali davası açtığını ve davanın esastan reddedilip kesinleştiğini farzedelim.
    da.A,bunun üzerine icra mahkemesine başvurarak itirazın geçici kaldırılması talebinde bulunabilir mi?
    db.A,genel mahkemede bir alacak davası açabilir mi?Neden?


4/a dersinde dağıtılan ve hocanın asistanı tarafından çözülen pratik çalışmasıdır.

44
Genel Sohbet Alanları / Fakülteyi bitirdikten sonra..
« : Eylül 30, 2008, 09:14:16 ÖS »
Hukuk fakültesini okuyup bitirmek oldukça zorken,okul bittiğinde de ne yapacağına karar vermek bir o kadar zor olmalı.Hukuk fakültesini bitrmiş bir öğrencinin,yapabilecekleri,kendisine koyabileceği hedefler ne olabilir?Hakim ya da savcı olmak için biliyoruz ki sınava hazırlanmak yeterli.Peki avukat olmak isteyen hukukçular serbest avukatlık yapmak yerine kamu ya da özel sektörde çalışmak isterlerse neler yapmaları gerekir?Örneğin KPSS ye girmek,bir ön şart olabilir mi?Hangi kurumlar KPSS de kaç puan istiyorlar ve en avantajlı kurumlar hangileri?Özel şirketlerde avukatlık yapmak isteyenler için,eminim her şirketin ayrı şartları vardır ancak,genel şartlar neler olabilir?Onlar da KPSS puanına bakıyorlar mı?KPDS puanı ne kadar etkili olur?Ya da okul not ortalamasının özel şirketlerin tercihlerinde bir etkisi oluyor mu?Bu konuda bildiklerinizi ve deneyimleriniz paylaşmanız eminim okulu yeni bitrmiş ve de bitirecek olan öğrencilerin kafalarında kendilerine uygun hedefler oluşturmalarına oldukça faydalı olacaktır.Şimdiden teşekkürler..

45
İzmir Dokuz Eylül Hukuk / Cvp:Aktif Eğitim Sistemi
« : Eylül 27, 2008, 12:12:50 ÖÖ »
Geçenlerde Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi\\\'nde okuyan bir arkadaşımdan öğrendim ki,aktif eğitim sistemine son verilmiş.Öğretim üyelerine çok işin düştüğü bu sistem sanırım bazılarını rahatsız etmiş olmalı ki,kaldırılmış.Bu fakültede okumamama rağmen,oldukça üzüldüm,pasif hukukçular yetiştirmek yerine ,aktif hukukçular yetişmesi için birşeyler yapılması gerekirken,neden geriye gidiyoruz?..

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 9